Bugün günlerden çarşamba. Mayısın sekizi ve Starring tıklım tıklım dolu.
Öyle ki ne Jungwoo ne de Ezekiel platform niyetine kullandığımız sahnenin ortasında femboy herifin tekiyle şakalaşan Lucas'ın farkında.
Hoş herkesde olduğu gibi Lucas'ın üstünde de farklı kıyafetler var. Kafasına geçirdiği kadife kovboy şapkası ve gömleğinin üstüne geçirdiği yeleğiyle amacının bu olmadığını bilsem de toystory Woody'e dönmüş. Bu kıyafetin nasıl bir fantazinin göstergesi olması gerektiğini bilmiyorum zaten Lucas'ın fantazileri de pek umrumda değil.Neyse ne diyordum.
Bugün Mayısın sekizi ve her ayın sekizinde olduğu gibi Starringde fantazi günü. Başka günlerde de pek tabi abartılı kıyafetlerle gelen olsa da her ayın sekizi herkes fantazisine uygun giyinir buraya gelirken. Geylerin dünyasında fantaziden bol bir şey olmadığından starringde rengarenk bir manzara hakim.
Tavşan kılığına girmiş izbandut gibi bir adam karşımdan geçip Jake'den naneli kokteyl istediğinde bu yüzden şaşırmıyorum bile.
Çalan telefonum starringin baslı müziğinden duyulmasa da kalçamı titrettiğinden elimi cebime sokup arayana baktım.
Jeno olduğunu görünce ikinci kez düşünmeden meşgule attım aramayı. Ezekiel mesai saatlerinde telefonla ilgilenmemizden hoşlanmadığından molaya çıktığımda Jeno'ya dönebileceğimi düşündüm.
Ama yok. Jeno arka arkaya on defa aradığında Jake'e molaya çıktığıma dair bir el yaptım. Tezgahın önünde birikmiş kalabalığı işaret eden Jake'e beş dakikaya döneceğime dair bir şeyler bağırdım. Duydu mu bilmiyorum ama Jeno ısrarla aramaya devam edince alelacele kendimi dışarı attım.
"Abicim hangi cehennemdesin yarım saattir?"
Açtığım telefonu kulağıma götürmeme kalmadan karşı taraftan Jeno'nun sinirli sesi duyuldu
"Tezgahtaydım, ne oldu da alacaklı gibi arıyorsun peş peşe? Kaç kez dedim vardiyadayken arama bak Ezekiel başımın etini yiyor son-"
"Beomgyu"
Kendimi söylenmeye kaptırmışken Jeno'nun dediğiyle duraksadım
"O burada"
"Ne?..Nasıl?"
"Nasıl olacak bildiğin basbayağı canlı kanlı duruyor karşımda hatta saçlarını bile boyamış ibne bir de onun için endişelenip duruyordun bak ne demiştim ben san-"
"Nerdesin sen?"
"Nerde olucam Karaoğlandayım bugün çarşamba unuttun mu?"
Daha fazlasını dinleme gereği duymadan telefonu kapattım. Jeno'nun bana kızacak olmasını düşünmeden içeri adımladım hızlıca.
Bir yandan belimdeki önlüğü sökerken gözlerimle patronu aradım. Kalabalık içinde dolanan gözlerim hedefini bulduğunda birilerine çarpmamaya çalışarak Ezekiel'ın yanına vardım.
"Patron"
Arkasında kaldığımdan bana dönmesi gerekti, o an karşısında oturan Mark'la göz göze geldik.
"Donghyuck, bir sorun mu var?"
Elimde duran önlüğe bakarak sorduğunda dikkatimi yeniden Ezekiel'a yönlendirdim.
"Acil bir işim çıktı erken çıkmam mümkün mü?"
"Mümkün tabii de ne işiymiş bu?"
Ezekiel döner sandalyedeki vücudunu tamamen bana çevirdi, omzuma koyduğu eliyle baskınlığını hissettim.
"Jeno eldivenini kaybetmiş Gestapo'ya yakalanmadan yedeklerini istiyor"
O an aklıma gelen ilk yalanı salladığımda kalp atışlarım hızlandı. İyi bir sebebim yoksa gitmeme izin vermeyeceğini biliyordum bu yüzden Jeno'yu kullanmaktan geri durmamıştım. Ezekiel Jeno'yu severdi neticesinde.
Hımlama benzeri bir ses çıkardı sonra omzumdaki elini sıktı hafifçe
"İyi oyalanmadan çık o zaman, gitmişken maçı da izle"
O, maç sonuçlarını mesaj atmam hakkında bir şeyler söylerken birkaç kez dediklerini onaylayıp koşar adımlarla bardan çıktım.
Karaoğlan'a kadar depar ata ata koştum. İçimde bir şeylerin yandığını ve biz gibi gençler için kullanılan delikanlı ifadesindeki deliliği hissettim damarlarımda. İçimde bitmemiş bir savaş, berabere kalmış bir maç vardı. Ve ben bu maçı penaltılarla da olsa bitirmeye gidiyordum.
Karaoğlanın kapısına gelince durdum, derin derin nefes alıp normale dönmeye çalıştıysam da göğsümdeki acı çürük ciğerlerimin zorlaması değildi. Yapacağım şeyin ağırlığını kalbim beynimden daha iyi biliyordu, belki kendince yapma diyordu bana, daha fazla acı sokma şu yumruğun kadar yere.
Dinlemedim bu çırpınışlarını.
Her gece uyumadan aklımda döndürdüğüm senaryoları derledim kafamda, biliyordum şimdi hepsini yapma şansım vardı. Ama içlerinden birine daha Jeno aradığı gibi karar vermiştim.
Son defa derin bir nefes çektim ciğerlerime, sonra kapıdaki korumalara Jeno için geldiğimi söyledim fazla sorgulamadılar yanlarından geçip gittim.
Hızlı adımlarla geniş salona girdim.
Herkesin siyah giydiği odada Jeno'yu beyaz eldivenlerinden tanıdım.
Kalabalıkta gözlerimi gezdirirken birilerine çarpa çarpa ilerledim.
Tam Jeno'ya ulaştım derken karşı tarafta gördüm onu.
Kang Terry'nin yanındaydı, ona bir şeyler anlatan çocuğa gülüyordu.
Adımlarım durdu, olduğum yerde kaldım.
İçimden her şeyi siktir edip yurda dönmek geçti. Yüzündeki mutlu ifadeyi bozmaya hakkım var mı diye sordum kendime, bir zamanlar onun benim için sormadığı soruları ben kendime sordum.Birkaç saniye durakladıysam da sonra yürümeye devam ettim. Bu sondu bir daha olmayacaktı bu yüzden son olmasından güç aldım ve tereddüt dahi etmeden ilerledim.
Terry'yi bilirdim, Jeno'nun en baba rakiplerindendi ama Beomgyu ile tanıştıklarını bugüne kadar bilmiyordum. Hoş ben Beomgyu ile ilgili ne biliyordum ki?
Umursamadım çünkü artık bir önemi yoktu.
Son birkaç adım kala Beomgyu beni fark etti, mutluluğu kare kare silindi çehresinden.
Daha bira kasası kaldırırken titreyen kollarım bir milim bile şaşmadı, sağ elimi kaldırdığım gibi geçirdim yüzüne yumruğumu.
Herkes kavga var sanıp başımıza üşüşse ve hatta bazıları tezahürat yapsa da bir daha vurmadım Beomgyu'ya.
Arka cebime koyduğum mendili çıkarırken Jeno'nun köşede burnundan soluyan Terry'yi tuttuğunu gördüm.
Harelerimi iki büklüm olmuş, elini kan gelen ağzına tutan Beomgyu'ya çevirdiğimde doğrulup gözlerime baktı. Bir şey söyleyecek gibi olduysa da dinlemedim. Herkes ne yaptığımı izlerken gözlerimi gözlerinden çekmeden çıkardığım mendile tüm hıncımla sümkürdüm.
Bir iki adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Beomgyu'nun bakışlarından ne yaptığımı anladığını biliyordum sadece herhangi bir tepki için fazla şaşırmıştı.
Biliyordum, dört yıllık arkadaşlığımız boyunca bir kere şakasına bile dokunmadığım yüzüne ilk (ve son) dokunuşumun bir yumruk olmasını beklemiyordu.
Şaşkınlığından istifade üstüne yürüyüp bol hırkasının cebine sokuşturdum sümüklü mendili.
Gözlerinin içine içine bakıp yan bir sırıtış attım ağlayan içime rağmen. Beomgyu acıdan mı bilmem titreyen ve dolu dolu olmuş göz bebekleriyle baktı bana ama bir şey demedi ya da diyemedi. Daha fazla kafa yormadım zira artık birbirimiz hakkında kafa yoracak statü kalmamıştı aramızda.
Hiçbir şey demeden çekip dışarı çıktığımda arka cebimden paketimi çıkardım.Eski bir arkadaşı gömdükten sonra sigara içmek gibisi yoktur ve hayır dostlar böyle zamanlarda bağımlılık kötü falan da değildir.
.
.
.
Bu bölüm yazdıklarım arasından en içime sineni oldu. Okuyan birkaç kişiden ricam lütfen yorum yapın çünkü burada kendi kendime bir şeyler yazıp atıyorum ve devam etmek bazen zor geliyor. Anlattıklarım karşı tarafa ulaşıyor mu ya da ulaşıyorsa nasıl ulaşıyor bilmek istiyorum. Umarım açıklayıcı olmuştur. Okuyan herkese teşekkürler.
Seviliyorsunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahnenin Arkasındakiler \\ MarkHyuck
FanfictionTüm hakları yatağımın altındaki canavarda saklıdır.