Kaçmanın manasız olduğunu bildiğim anlardan birindeydim. Bu yüzden tereddüt etmeden dolabıma ilerledim. Midemdeki yanma bile arkama bakmadan kaçmam için bir işaretti ama dediğim gibi kaçmak ya da kaçmaya çalışmak şu an için manasızdı.
Jaemin aramızda birkaç adım kala yaslandığı yerden doğruldu muhtemelen herkesi göndermişti çünkü soyunma odasında ikimizden başkası yoktu.
Beni tek başına alt edebileceğinden o kadar emindi işte.
Omuzlarımdan tuttuğu gibi bedenimi dolaplara fırlattığında acıyla inledim.
"Böyle hızlı kararlar sayı yanında bir şey daha getirir Donghyuck bilir misin?"
Yüzünde solmayan geniş bir gülümsemeyle üstüme eğildi.
Yakamdan tutup elmacık kemiğime yumruğunu geçirdi. Sorusuna bir cevap vermedim, zaten cevap almak için sorulmuş bir soru falan da değildi.
"Seni küçük ibne"
Aynı eliyle bir kez daha vurduğunda kafamı sabit tutamadım. Yüksek bir gürültüyle dolaplara çarpan kafamın içinde sirenler yankılandı.
"Sik kadar aklınla beni mi şaşırtacaksın ha!"
Hırsla tuttuğu yakalarımdan silkeledi beni. Yüzümün her yanı uyuştuğundan hiçbir şey diyemedim. Burnumdan gözlerime çıkan sızı beraberinde göz yaşlarımı da getirmeye başladığında soyunma odasının kapısı açıldı.
Kafamın dibinde bas bas bağıran Jaemin'in sesini duymayan kulaklarım o sesi ayırt edebildi.
"Jamin Koç Kim seni arıyor."
Jaemin yakalarımı salıp yere yığılmamı sağladığında kapıdan geçmeden Mark'la tokalaştı.
"Sağol adamım."
Jaemin'in gitmesiyle sırtımı beyaz fayanslarla buluşturdum.
Gözlerimi kapatıp kolumun içini gözlerime dayadım. Mark ağladığımı görsün istemedim.
Yine de işe yaramadı.
Tepemdeki gölgeyi hissettiğimde kendimi yerden kalkmak için zorladım ama elime bulaşan kanları görünce başım döndü.
Mark koltuk altlarımda tutup doğrulttu beni. Tökezleyerek banka kadar yürümeme yardım etti kalçamı banka koyduğumda ise bıraktı
Yüzüm acıyla buruştuğunda elimin tersiyle gözlerimi sildim
"Tamam, tamam bir şeyin kalmadı."
Nerden bulduğunu bilmediğim bir mendille yüzümdeki ter ve kan damlacıklarını üstün körü silerken hafifçe mırıldandı.
Yüzüne ciddi misin sen dercesine baktığımda umursamadan dolabına ilerleyip şifresini girdi. Çıkardığı kıyafeyleri yanıma bırakıp kapıya yürüdü.
"Duş alıp çatıya gel"
Soyunma odasında yalnız kalınca silkelendim. Kendimi kaldırıp duşa attığım sırada düşünmeden işlerimi halledip dolaplara yönledim. Kendi şifremi girdiğimde eşyalarımın hepsi gitmişti. Katladığım formaları dolaba koyup kapağı kapattım.
İstemeye istemeye bir kez daha Mark'ın kıyafetlerini giydim.
Nemli saçlarımı dağıtıp kurumalarına uğraşsam da bir işe yaramadı. Ben de umursamadan çıktım soyunma odasından. Neden lafını dinlediğimi bilmesem de çatıya çıktığımda orda olduğunu görmek geri dönmeme mani oldu.
Küçük adımlarla yanına varıp bir şey demeden oturunca elindeki poşeti kucağıma fırlattı.
"Hemşireden aldım yaraların için"
Poşetten çıkardığım kremle bakıştım.
"Günde iki kez sürersen iz falan kalmazmış."
Kafamı sallamakla yetindim. Pek konuşmak istediğim söylenemezdi. Mark için de bu durum böyle olacak ki elimdeki kremi parçalanmış dudağıma yedirirken tek laf etmedi.
En sonunda sessizliği bozan yine o oldu
"Böyle bir şeye ne diye izin veriyorsun anlamıyorum?"
Elimdeki kremin metal tüpüyle oyalanmayı bırakıp kafamı kaldırdım.
"Neye izin veriyormuşum?"
Elini yüzünün önünde sallarken konuştu
"Buna"
Bir süre durakladı
"ha bir de şu zorbalama işlerine"
Burnumdan küçük bir nefes bıraktım
"Tüm bu olanlara ben mi izin veriyormuşum?"
Bugün ilk defa yüzünde yer edinen alaycı ifadesiyle bacak bacak üstüne attı
"Veriyorsun tabii işine gelince aslan kesilmesini biliyorsun yurda ilk geldiğim gün bir tepeme çıkmadığın kalmıştı bir de şu yüzünün haline bak"
Kafasını iki yana sallayıp genelde Nana'nın alt komşusunun kızını eleştirirken yaptığı gibi cıkladı.
"O ikisi başka olay"
"Daha geçen gece şu çocuğun yüzüne geçirdiğin yumruğu bilmesem inanırdım dediklerine"
Alnımı örten saçlarımı sıkıntıyla geriye doğru taradım
"Bir dakika sen nerden biliyorsun o olayı?"
Mark sanki dünyanın en bariz sorusunu sormuşum gibi baktı yüzüme
"Nasıl bilebilirim acaba? Orda falan olmayayım?"
Sürdürdüğü alaylı tavrı hoşuma gitmedi
"İkisi aynı şey değil kapat artık şu konuyu"
Bugün dünya tersine falan dönüyor olmalıydı ki Mark istediğimi yapıp konuyu kapattı.
Bir süre çatıda seneye yeni yeni intikal eden mayıs güneşinin tadını çıkardık. Tam olarak Mark'ı bilmem ama ben öyle yaptım.
"Baksana"
Dediğini yapıp güneşe çevirdiğim yüzümü yanımdaki yüze döndüm
"Hmm?"
"Neden sümüklü peçete?"
Mark'ın çenesi mi düşmüştü yoksa hep bu kadar meraklıydı da ben mi yeni fark ediyordum bilmiyorum ama yine de kocaman açtığı çekik gözleriyle dikkatle bana bakması sırtımda bir serinlik hissetmeme sebep olmuştu.
Buralarda yeni olduğundan böyle eski bir sokak geleneğini bilmesini de beklemiyordum zaten.
"Bizim buralarda adettir, yalancının cebine sümüklü mendil koyarlar"
"Siz Koreliler bir değişiksiniz" kıstığı gözleriyle kafasını eğdi o an bu kadar açık sözlü olması hoşuma gitti
"Sanki siz Kanadalılar çok normalsiniz bay süt torbası"
(* Kanada'da sütü bildiğimiz poşette satıyorlar Hyuck ondan bahsediyor :) Mr. Milkbag crediti de Kevin Moon'a ait)
"Süt torbası mı?"
Aşağı sarkıttığım ayaklarımı sallarken yay gibi kaşlarının kalkıp yüzünü komik bir hale getirmesine güldüm
"Neden şaşırdın bu kadar cahil miyim ben bilemem mi oraların adetini" Tek kaşımı kaldırarak sorduğumda alaycı ifademi sezdi
"Bilebilirsin de böyle bir ayrıntıyı bilmen beklenmedikti sadece"
Omuz silktim
"Biliyorum işte"
Mark yenilgiyi kabul etti yani en azından ben öyle yorumladım sonraki birkaç dakika terastan sallandırdığımız ayaklarımızı izleyerek geçti. Öylece oturup hiçbir şey konuşmadan durmak benim için normal bir durumdu fakat Mark'ın bu olayı garipsediği açıktı öyle ki birkaç dakikaya kalmadan boğazını temizleyip dikkatimi üstüne çekmekte gecikmedi.
"O çocuk..." biraz duraksadı bir şeyi hatırlamaya çalıştığı kıstığı gözlerinden belliydi.
"Beomgyu muydu?"
Cevap beklediğini beklenti dolu bakışlarıyla belirtirken elimi boş ver dercesine salladım adı lazım değildi artık
"Yani sana yalan mı söyledi?"
Konuşmak istemediğim bir konuyu açtığının farkındaydım, başka zaman olsa onu terslerdim ama bugün başkaydı, bugün Mark fazla meraklı(?) bense fazla uysaldım nedenini bilmiyordum ama sorularına cevap vermek o an için bir problem gibi görünmedi gözüme ve sonuç olarak kendimi kafamı sallayıp dediğini onaylarken buldum.
"Hem de kuyruklusundan" Kendimce kapattığıma inandığım mevzum Mark tarafından eşelenince içimi o mafya dizilerindeki karanlık karakterin geride bıraktığı acı geçmişin ağır gölgesinin hüznü yaktı. Şimdi adını anmaktan dahi kaçındığım o insan bir zamanlar geleceğimi birlikte kurduğum kişiydi ama şimdi onun hakkında konuşurken geçmiş zamandan fazlasını kullanmayacağım gerçeği öyle bir gerçekti ki içimi bomboş ediyordu.
"Peki yumruk? O da mı adetin parçası?" Ayaklarımdaki bakışlarımı transparan mavisi gökyüzüne çevirip avuç içlerimi geriye yasladım, yüzümde varla yok arası bir tebessüm vardı daha çok gerçek duygularımı sızdırmamak için kullanılan bir paravan niteliğindeydi. Cevap vermemem Mark'ın daha çok meraklanıp adet hakkında birkaç soru daha dillendirmesine sebep oldu. O an Nana ile ne kadar iyi anlaşacaklarını düşündüm. Sonunda cevap alamadığı soru bariyerini bir kenara bıraktı ya da sadece ben öyle olduğunu sandım çünkü tam soruları bitti derken Mark durdu durdu bombasını patlattı
"O çocuk, şu grili olan seni onunla mı aldattı yani?"Dudaklarımdan dökülen koca bir kahkaha çatı katını doldururken fazla abarttığımdan dudağımdaki yaranın yandığını hissettim.
"Tanrım daha ilk günden Lucas'a mı takıldın gerçekten?"
Mark ne dediğimi anlamadı sorusuna beklediği tepki kesinlikle bu tarz bir şey değildi. Yay kaşları havalandı, fazlasıyla kaybolmuş görünüyordu ve o an yaptığımız konuşma için yeterli Korecesi olup olmadığını kafamda tartma gereği duydum.
"Beomgyu ve ben sevgilymişiz ve beni Terry'le aldatmış öyle mi?"
Mark belli belirsiz başını salladı yüzündeki ifadeye gülmemek elde değildi. Neden bu kadar eğleniyordum bilmiyorum ama ne Jaemin'den yediğim dayak ne de Beomgyu olayının can sıkıcılığı kalmıştı içimde.
"Böyle bir saçmalığı Lucas'dan başkasından duyamazsın buralarda." Dediklerim sonunda kafasında bir yere oturmuş olacak ki yüzündeki kayıp ifade yerini şüpheci bir benzerine bıraktı. "Ürkünç"
Yüzümden silinmeyen alaycı ifadeyle bir alışkanlık olarak elimi salladım
"Neymiş ürkünç olan?"
"Sadece bir sorumdan o uzun çocukla konuştuğumu anladın"
"Bizim buralarda böyledir, herkes ciğerini bilir birbirinin, bir bakışla senin kendin hakkında bilmediklerini bile çekip alırlar senden, ruhun duymaz." "Öyleyse Lucas da haklı olmalı?"
Kafamı kısa bir reddedişle yukarı kaldırdım
"Yok, Lucas, Jungwoo'dan başka bir bok bilmez öyle konuşup durur ya bildiğinden değil zevzeklikten." "Jungwoo?"
Geriye yasladığım kollarımı çekip yanımda oturan bedene döndüm. Birden üstüne doğru eğilince saf saf suratıma baktı, kabul etmeliydim bugün üstünde anlamlandıramadığım bir şeyler vardı. "Sen hep bu kadar meraklı mıydın yoksa bana mı özel?"
İlk birkaç saniye attığı saf bakışlar bir anda kaybolurken yüzünde tanımlamakta zorlamdığım bir çapkınlık belirdi. Okuldaki herkese sattığı o yan gülüşü yüzüne yayılırken burun buruna gelene kadar girdi dibime. Mark'a aniden yüklenen bu özgüven patlamasına anlam veremesem de geri durmak kitabımda yoktu bu yüzden olduğum yerde kaldım. Yüzü yanağımı teğet geçip kulağımda durdu. Bilerek yaptığına emin olacağım şekilde nefesini kulağıma üfledi. "Dediklerinde haklıymışsın, bak tek bir bakışınla yakaladın beni."
Ağzımı araladım. Söyleyecek çok şey bulabilir bu artist hareketlerinin hesabını sorabilir işime gelmiyorsa Jeno'ya dövdürebilirdim ama hiçbirini yapmadım. Mark Lee ayaklanıp kapıya doğru ilerlerken kucağımdaki metal tüple bakıştık. Gerçekten de onu yakalamış mıydım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahnenin Arkasındakiler \\ MarkHyuck
FanfictionTüm hakları yatağımın altındaki canavarda saklıdır.