Zaman bir kar tanesi gibi eriyip giderken avuçlarımızda pencere önünde eskiyen gözlerin sessiz iç çekişleri göklere ulaşırdı ama insanlara asla. Agir'in yokluğunu fırsat bilen Zarife Hanım her gün kızın canını çıkaracak işler yaptırıyordu. Gülce gecenin bir saatinde iç çekerek ağlıyordu, aynı zamanda bileğine krem sürüyordu. O kadar ağır işler yaptırıyordu ki kızın bileği incindi en sonunda. Neydi hak ettiği ve neydi bu yaşadığı.
Mutsuzdu, her zamankinden daha fazla. Of deyip çekip gitmesi an meselesiydi. Yalnızken mutluydu, en azından hayatı kendine aitti. Ahir şehre gideli on gün olmuştu. Her gün arıyordu ama Gülce onun telefonlarına çıkmıyor, Afşin ondan haber veriyordu. Sabrının sınırlarındaydı kadın. Hiç kimse hiçbir şeye değmiyordu. İnsanlar hep olduğu gibiydi, acımasız.
Kaderinin değişeceği günü beklerken deprem oldu ve orada değişti evet ama şimdi olan da eskiye çok benziyordu. İnsanın dayanağı yok ya, bu çok koyuyordu. Zaten uyuyamıyordu, zaten her şey çok zordu ve kıyılarına yamaçlarından sertçe vuruyordu yalnızlık.
Sabah ezanını duyunca isyan değil diyerek durdu namaza, sonra yine dua etti gözyaşlarıyla. Buna dayanamıyordu, artık katlanamıyordu.
"Kalk bakalım" dedi yine kapıdan kadın. Bileğinin acısı fenaydı nasıl devam edecekti buna bilmiyordu. Seccadesini topladı ve odadan çıkıp. Aşağıya inip mutfağa girdiğinde yine bir dünya kahvaltı hazırlığı onu bekliyordu. Kadın yapacağı şeyleri ona söyleyip yatmaya gittiğinde dediği şeyleri yapmaya koyuldu.
İki saat sonra mükellef bir sofra kurdu. Herkesin kalkmasına az bir zaman kala sessize evden çıktı ama neredeyse kaçarak kendi evine gitti. Kendini evine attığında sanki arkasından gelen varmış gibi nefes nefese kilitledi kapıyı. Perdeleri açmayacaktı, kimseye kapıyı açmayacaktı ve bulduğu ilk fırsatta da bu köyden gidecekti.
"Yenge" dedi seslendi Afşin odanın kapısından. "Yenge." Kapıya vuruyordu aynı zamanda. "Ana yengem nerde?"
"Cehennemin dibine, ne bileyim ben."
"Yenge ses versene... Abla odaya gir bak."
"Bana ne Afşin?"
"Ona bir şey olursa hesabını abime verirsiniz o zaman."
"Üf" deyip sinirli sinirli gidip kapıyı açtı ama oda boştu. "Yok."
"Yok mu?" diyerek odaya baktı. "Allah Allah bir yere mi gönderdin ana?"
"Nereye göndereceğim Afşin, mutfaktaydı en son."
"Yok ama" deyip gidip telaşla indi merdivenleri. Evine gitmiştir en fazla. Traktöre atlayıp yola çıktı. Agir bugün yarın gelirdi ve onu evde bulamazsa kıyamet kopardı.
Gülce'nin evine geldiğinde perdeleri kapalı evde olup olmadığını sorguladı ama yine de kapıya vurdu.
"Yenge burda mısın?" Kapıya vuruyordu ama içeriden ses seda yoktu. Çünkü Gülce yatıyordu, duyuyordu ama neredeyse nefes bile almıyordu. "Yenge..." Bütün pencereleri gezdi ama hepsinin perdesi kapalıydı. Gülce buradaydı biliyordu, o başka yere gitmezdi çünkü. "Yenge aç kapıyı, burada olduğunu biliyorum."
Yeni duran gözyaşları göz pınarlarında sıraya bir girip teker teker düşerken kıpırdamadı. Nasılsa gidecekti, başka çaresi yoktu.
"İyi, şimdi gidiyorum ama akşam geleceğim seni almaya."
Başka çaresi yoktu ve işinin başına gitmek için traktöre bindi. Gülce gözlerini yumdu ve uyuyamadığı kadar uyumak istiyordu.
İkindi namazından sonra topladığı çantayı alarak çıkmaya hazırlandı. Afşin paydos edene kadar gelemezdi ve şimdi çıkarsa bir otobüse atlayıp gidecek zamanı vardı. Evi öylece bıraktı, zaten hiçbir şeye dokunmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEVEDDET
Short StoryBir depremde her şeyini kaybetmiş, bir başına hayatta kalmak zorundadır. Genç ve güzel Gülce, hem evlidir, hemde yasak duygulara kapılmak üzeredir...