Kendi beynimin içinde esir olduğumu düşünürdüm hep. Küçüklüğümden beri zihnimde dönüp duran düşünceler saldırarak kanatırdı beni. Yaraları kapatmaya çalıştığım her an daha fazla çığlık atmamı sağlarlardı. Yara bandını çıkarıp takmaya çalıştığımda gürültülü bir şekilde pençelerini sertçe geçirip kanatırlardı beni tekrardan.
Asla o yaraları kapatamadım.
Bir zamandan sonra öyle hissizleşmiştim ki çığlık atmayı bırakmıştım. Her darbede küçük bir iniltiden başka hiçbir şey çıkmamaya başladı dudaklarımdan. Gülümsemeye başlamıştım.
Gökyüzünde güneş açardı, bulutlar dolanırdı her yerde. Ben o güneşi kendimi bildim bileli çok görmedim. Işığı hissedenleri her zaman kıskanmışımdır. O ışığı gerçekten hissedip nefes aldığını hissedenleri imrenerek seyrettim hep.
Zihnim beni küçük, siyah bir dünyaya hapsetmişti. Ne kadar çıkmaya çalışsam da başaramıyordum, kendimi aşmak istediğimde zihnimin darbeleri beni korkutup üzerime geliyordu ve ortada kollarımı kafama siper etmiş bir şekilde ağlıyordum.
Ağlamak istemiyordum. Karanlığı yırtıp gökyüzünde yükselmek ve o ışığı hissetmek istiyordum. O ışığı öyle hissetmek istiyordum ki bütün bedellerine razı gelebilirdim.
Ama biliyordum. Ben bir bıçak darbesiyle ölmeyecektim. Bir gün ölecektim ama bu bir silah sesiyle, bir hastalık yüzünden olmayacaktı. Boğularak ölecektim. Nefes almaya çalıştığım her an daha dibe batacaktım ve o ışığa gözlerim sonsuza dek kapanınca ulaşacaktım.
Bu düşündüklerim gerçek miydi yoksa zihnimin oyunları mıydı? Bilmiyordum. Bu düşündüklerim gerçekleşecek miydi? Bilmiyordum ama hissediyordum. Kendi sonumu düşünmem de bu hapsolduğum illüzyona dahil miydi?
Telefonumdan gelen bildirim sesleri yüzünden gözlerimi açmak zorunda kaldım. Ne var ki biraz uyumama izin verseniz? Sinirlerim bozuldu yine. Sonra da 'Ekim yine niye gergin?' diyorlar. Acaba neden? Bu kız neden gergin acaba ya?
Telefonumu elime aldığımda Giray'ın bombalanmasına uğradığımı farkettim. Şaşırmamıştım ama bu kadarına da gerek var mıydı diye düşünmeden edemedim.
Daha fazla merak etmesini istemediğim için aramaya başladım. Yoksa kafasında kurup kurup delirebilirdi. Hastane masraflarını da şu an karşılayamazdım maalesef..
"Alo!" Kulaklarımın pası silindi. "Ekim çatlak mısın kızım sen? O kadar mesaj attım niye bakmıyorsun?"
"Uyuyordum hayatımın anlamı." dedim gözlerimi ovuşturmaya çalışarak.
"O ses ne lan? Bu saatte kalkılır mı kızım? Santa'da olsan sabahın körü diklenirsin ayağa."
"Ne var sesimde?"
"Karga olmuşsun. Neyse onu bunu bırak, ne zaman kalkıp gelmeyi düşünüyorsun? Ateşler anlayabilir her an."
"Valla bu yatak o kadar rahat ki yıllarca kalkmamayı düşünüyorum."
"Aras'ın yatağına çöktüysen tabi normaldir."
"Ne!" diye bağırdım bir anda. "Alakası yok ahlaksız adam!"
"Şaka yapıyorum sakin ol ve en kısa sürede yuvana dön. Yoksa yuvan senin etrafında güzelce dönecek."
Bıkkınıkla telefonu yatağa salladım. Saat gerçekten de geç olmuştu ve daha fazla geç kalırsam Ateş sıkıntı çıkarabilirdi. Normalde kimseye böyle yapmaz, umrunda olmazdı. Santa'da kafana göre kalır, keyfin isterse sokakta bile yatabilirdin ama Ateş aynı umursamazlığı bazıları için göstermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOKSÖR ¦ yarı texting
Teen Fiction"Eğer yaraların altında yatan duygular varsa evet, sanat eseri sayılır." Bu kitabın gerçek kişi, kurum ve olaylarla alakası yoktur tamamen kurgudur.