fourty six days

282 17 16
                                    


Kırk altı gün.

Felaketin başladığı günden bu güne kadar geçen süre buydu. Kırk altı gün. Dünya'nın son günlerini yaşıyorduk. Babam yoktu. Beth yoktu. Elvis yoktu. Onlar ölmüştü. Ve üç gece önce Carol'ı kaybetmiştik.

Kabullenmem gereken şeyler vardı fakat her şeyden önce hayatta kalmalıydık.

"Hazel."

Omzumun üstünden arkamdan gelen Edwin'e baktım. En son iki gece önce çantamın dibinde kalan son fasulye konservesini yemiştik ve o, berbat görünüyordu. Açlığa dayanamadığını bilirdim. Üstelik hareketleri de yavaşlamıştı. Düşüp bayılması isteyeceğim en son şeydi.

"Adım atacak gücüm kalmadı. Biraz dinlenelim."

Her adımımda daha da ağırlaşan ve omzumdan kayan çantayı düzelttim. Bende en az onun kadar yorgundum fakat devam etmemiz gerekiyordu. Hava kararacaktı.

"Neredeyse güneş batacak."

"Uzun değil, sadece su içene kadar duralım."

Olduğum yerde durdum ve pes edercesine tuttuğum nefesimi bıraktım. Eğer durmazsam asla susmazdı.

"Sadece iki dakika." diye uyarıcı bir ses tonuyla konuştuğumda kafasını tamam anlamında salladı. Hızla omzundaki çantayı yere indirerek dizlerinin üzerine çöktü. Çantadan çıkardığı içi su ve çakıl taşı dolu pet şişeleri birbirine karıştırırken onu izliyordum. Kısa bir zaman önce suyumuz bittiği için bu yöntemi geliştirmiştik. Aslında bunu bulan Elvis'ti. Göldeki suyu içmenin güvenli olmadığını söylemişti.

"Geceyi geçireceğimiz bir yer bulmamız gerekiyor. Güvenli bir yer."

"Öyle bir yer kaldığını sanmıyorum." diye mırıldandım.

"Şehir merkezine inmeliyiz." Bakışlarını şişeden ayırarak bana döndü. "En azından yiyecek bir şeyler buluruz."

"Merkezde hiç bir şey kalmadı."

Marketlerin birçoğu yağmalanmıştı. Geri kalanlar ise aylaklar yüzünden ulaşılmazdı.

"Hiç el sürülmemiş marketler var, biliyorsun."

Ofladım. "Bu konuyu daha önce konuştuk. Şehir merkezine dönmeyeceğiz."

"Aylaklar tarafından öldürülmesek bile yakında açlıktan öleceğiz."

"En azından sikik bir aylağa dönüştüğünü görmeden ölürüm."

Aylak. Yürüyen cesetler. Yalnızca bir kaç dakika önce kalbi atan, duyguları olan ve sizle konuşan birinin artık sizi tanımaması ve hatta öldürmeye çalışması. Hayır. Edwin'e de bundan olmasına izin veremezdim.

Şişeden bir yudum alarak ayağı kalktı. "İster misin?" Uzattığı şişeyi elime alıp çok az içtikten sonra ona geri verdim.

"Devam edelim."

"Bir yer bulamazsak ne olacak?"

Çantasını sırtına atmasını izlerken "Dışarıda kalacağız. Nöbetleşerek uyuruz." dedim.

"Her halükarda şehir merkezi daha mantıklı geliyor."

Susmayacaktı. Sessiz kalıp onu umursamadan ilerlemeye devam ettim. Peşimden geleceğini biliyordum. Söylenerek adımlarını benimkilere yakın tutarken çalıların arasından gelen hışırtı dikkatimi dağıtmıştı.

"Bir araba bulursak gecemizi orad-"

"Sus." dedim aniden olduğum yerde ona dönerken. Şaşırmıştı fakat söylediğim gibi susmuştu. "Sesi duyuyor musun?"

the walkers •zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin