Ertesi gün Hıncal bey az daha ellerinden kaçıracakları casusun yanına sorguya gitmişti. Çadıra yaklaşırken nöbet tutan Yıldıray'ın elit birlikleri beylerine selam verdi. Mahkum çadırının yanına bir çadır daha kurulmuş, ona da Yüzbaşı Togay'ı yerleştirmişlerdi. Önce Çinli casusun yanına gitmeyi uygun gördü Hıncal. İçeri girdiğinde casus, iki kütüğe bağlı şekilde kendini salmış uyuyordu. Ağırlığından dolayı bağlandığı ellerine doğru düzgün kan gitmemiş elleri morarmıştı. Acı verici görünse dahi yorgunluğu acısından daha fazla olmalıydı. Hıncal bey gece iyi uyumamıştı. Çadırın içindeki eşya sandığına oturup ellerini şakaklarına götürüp bir vakit yeri izledi. Şu son birkaç günde yaşananlar onu yormuştu. Arıkladığının (yaşlandığının) o da farkındaydı. Kağan'dan haber gelse tez birlikleri bir çırpıda toplayıp günlerce yol tepmeye, onlarca Çinli kellesi almaktan yorulmazdı lakin kimin ne olduğu bilinmeyişi, Yıldıray'ın korkunç kararlar vermesi onun ruhunu öldüresiye yoruyordu. İçinde vicdan azabı vardı. O yüz kişinin ölümünü burnunun dibindeki haini göremeyişinden olduğunu düşündü. Kendisi casus olmasa bile Yıldıray öyle düşünüp kendisini öldürse bile bunu hak ettiğini düşündü. Çokça kez savaş yapıp kayıplar vermişti ama şuan ki durum farklıydı. Başını kaldırıp bağlı olan adama baktı. Eğer bu adamı doğru düzgün konuşturup altın değerinde bilgiler elde ederse belki o zaman kendini affeder ve o kadar insanın ölümü boşa olmazdı.
Ayağa kalktı. Dağınık saçından yüzü görünmeyen mahkuma sert bir yumruk indirdi. Başı önden arkaya doğru eğilen adam, bir vakit öyle kaldıktan sonra yavaşça başını kaldırdı. Yarı açık gözlerle Hıncal'a gülümsedi:
- Dün gece baya eğlenmiş olmalısınız. Hangi yüzbaşı beni kurtarmaya çalıştı ihtiyar?
- Sen tahmin et.
- Pars mı? İçlerinde en iyi yüzbaşı o dur benim gözümde.
Hıncal şaşırmadı. Şuan yaptığı şeyin komutanları birbirine katmak ve fitne sokmak olduğunu gayet iyi biliyordu. Nihayetinde amacına yakalanarak bir nebze ulaşmıştı. Masum olan yüzbaşıları bile suçlu durumuna düşürebilirdi şuan. Hıncal ellerini arkadan birleştirip hafifçe adama doğru eğildi:
- Karşında üç günlük er yok senin. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyor muyum sanıyorsun?
- Benim tek yapmaya çalıştığım şey kızlarıma tekrardan kavuşmak. Beni özgür kılın, bende size bu obadaki casusları, hainleri tek tek söyleyeyim.
- Komutanın gerçekten usta bir casus buraya yollamış. Yüzbaşı Pars'ın da hain olduğunu ne kadar çabuk öttün öyle. Sen beni gerçekten hafife aldın.
Casus ayağa kalktı. Ellerini yumruk yapıp bir anda Hıncal'a doğru sinirle sokuldu. Konuşurken omuzlarından kollarını ittiriyordu:
- Ulan sen daha ne istiyorsun!? Neyini hafife aldım? Konuşacağım diyorum!
Kendisine yaklaşıldığını görünce doğruldu. Casusun delik deşik olmuş yanağına sertçe tokat attı. Yaraları kurumuş bir vaziyetteyken bu tokatla tekrardan kılcal kılcal kanamaya başladı. Sakince konuşmanın karşı tarafa daha fazla korku vereceğini bilen Hıncal devam etti:
- Sesin pek bir gür çıkıyormuş. Anlaşılan o ki binbaşı seni tam yoğuramamış.
Tokatı yediğinde tekrardan başını önüne eğdi. Kanlı bir şekilde yere tükürdü. Bağırması yanaklarındaki yaraları daha da açmıştı. Bu sefer sesi zar duyulur bir şekilde cevap verdi:
- Bana onun yaptıkları bile yetti. Beni salın. Tek istediğim kızlarım.
- Beni iyi dinle! Bir casusun bırak çocuk sahibi olmayı, evlenmesine bile kolay kolay müsaade edilmez. Bana masal anlatma. Artık söylediğin her söze iki kat şüpheyle yaklaşacağım. Bu tutumla ancak daha fazla işkence göreceksin. Yalan söylediğini çok iyi biliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR GÖKTÜRKLÜNÜN AŞKI
RomanceHayatı savaşlarla geçmiş nice badireler atlatmış bir askerin hayatı... Ailesi daha çocukken moğol saldırılarında vahşice öldürülmüştü ve o Kılıca, oka, kana, ölüme erkenden tanışmıştı. Hayatındaki tek gayesi intikam almak olmuştu. Hiçbir zaman aşk n...