14. Viitsima

133 5 0
                                    


Nothing Breaks Like A Heart- Mark Ronson, Miley Cyrus 

Diamonds- Rihanna 


Viitsima, bu kelimeyi ilk duyduğumda hayatımın belirli dönemlerine hitap ettiğine yemin edebilirdim. Anlamını merak ettiğinizi biliyorum. Zor zamanlarda üzerimize çöken yorgunluktan dolayı hiçbir şey yapmak istememek, anlamı bu. Hani bir sürü olayı üst üste yaşarsın da hayat enerjin çekilmiş gibi bir yerde oturursun hiçbir şey yapmazsın ya, işte o. Hepimiz yaşamışızdır böyle dönemler. Ben ikinciyi yaşıyordum.

İlk dönemi tahmin etmeniz hiçte zor değil bence, kaza zamanı. O zamanlar aile içi sorunlarımız vardı ve üzerine kaza oldu. Düzenimiz bozuldu. Bir hastane koridoruna girdiğinizi düşünün, o koridorda bir yoğun bakım ünitesi. Ünitenin camının karşısında koltuklar var. O koltukların üzerinde, bacaklarını kendine çekip kollarını kendine dolayarak tünemiş genç bir kız çocuğu. Boynu artık başının ağırlığını taşıyamadığı için arkaya doğru eğilmiş, başı hastane duvarına yaslanmış. Biraz yaklaşıyorsunuz, bembeyaz yüzünde yanakları ve burnu ağlamaktan kızarmış. Göz altları ise o renge zıt bir şekilde mosmor.

Bir haftadır beş saatlik uykuyla duruyor o kız, hiçbir şey yememiş neredeyse. Yanında yarısı dolu bir su şişesi. O şişenin yarısını küçük yudumlarla birkaç günde içmişti. O kız bendim, o perişan kız benim. Arkadaşlarının abisini katil gördüğü kız benim. İlk viitsima dönemim buydu.

Şimdi ise buna neden olanları arıyorduk. Ve bu dönüyor dolaşıyor bir şekilde bana bıçak saplamayı başarıyordu. En ilgim olmayan konunun altından bile en yakın arkadaşım çıkıyor. Sırtımdaki en büyük bıçağı iyice saplıyor, bıçağın ucu neredeyse göğsümden çıkacak konumdayken duruyor. Ama bıçağı çıkarmıyor. Orada bırakıyor, sanki baktıkça onu hatırlamamı istiyormuş gibi. Ve benim insanlara olan, belki de bir çakıl taşı küçüklüğünde kalmış güvenimin üzerine onun kaldıramayacağı büyüklükte bir kayayı bırakıyor. Çakıl taşı, yani güvenim un ufak oluyor.

Bugün sarsılmış bir ruh ve un ufak olmuş bir güven ile İstanbul'dan ayrılıyorum. Hiçbir gelişimde bu seferki kadar yaralanmamıştım. Uçuşumuzun olacağı gün yani Perşembe günü öğlenden önce evden ayrıldık. Akşam altıdaki uçağa kadar uğramamız gereken yerler vardı. Önce iki aile beraber mezarlığa gittik. Başaran'lar ve İnanç'lar olarak Selim abinin mezarına ziyarette gittik.

Aslında tahmin ettiğim gibi bu beni biraz zorlamıştı. Zühre Hanım ile tekrar bu mezarın başında olmak beni zorlamıştı. Başta bir süre mezarın yanına bile yaklaşamamış, uzaktan izlemiştim. Ama dikkatim Özgür'e kaydığında, bu yük biraz hafiflemişti. Yine ağlıyordu, onun ağlamasına dayanamadığımda annemin yanından ayrılıp ailelerimizin önünde ona ilk defa sarılmıştım. O da başını göğsüme yaslamıştı. Özgür'ü mezarın başından almak, onu abisinden ayırmak her ne kadar canımı acıtsa da yapmak zorundaydık.

Mezarlıktan sonra, İstanbul'daki büroları son kez ziyaret ettik. Başaran Büro, biz Antalya'ya taşındığımızdan beri dayımdaydı. O da bir avukattı ve Antalya'ya taşınırken babam bu kadar para kazandığı yeri ve ayrıca ilk göz ağrını kapatmak istememişti. Dayım da bu işe el atmış, çalıştığı büroyu bırakıp Başaran Büro'nun başına geçmişti. Böylece bizde çalışanları işten çıkarma ve büroyu kapatma işinden kurtulmuştuk.

Büroya gittiğimizde dayımla vedalaşıp çıktık. İnanç'lar da kendi bürolarını ziyaret ettiler. Bu süreç zaten uzun sürdüğü için saat akşam beşe çeyrek kala olmuştu. Başka yere uğramadan direk İstanbul Havalimanı'na gittik. Bu sefer iki siyah minibüsle gelmiştik. İnanç'lar ayrı, biz ayrı arabadaydık.

Gece'nin Sakladıkları (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin