Sen İstanbul'sun- Gökhan Türkmen
Tükeneceğiz- Sezen Aksu...
Oteller, hem iyi hem kötü şeylerin yaşandığı bir yer. Otogarlar gibi, hastaneler gibi... Bir sürü pisliğin, kumarın, alkolün, kimi zaman fuhüşun, para alışverişlerinin, iş görüşmelerinin meskenleri. Kimi zaman ise, aileyle geçirilen vakitler, uzun zamandır beklediklerinle kavuşma, kafa dağıtma ve daha bir çok iyi şeyinde meskeni.
Şuan kötülüklerin meskeni olma yönünde. Burası geniş bir restoran. Ama bütün müşterilere açık olmayan bir alakart. Şuan bir nevi ajanlık yapıyorum. Kulağımda tek bir kulaklık. Üzerimde siyah kumaş pantolon, drapeli siyah bir bluz ve siyah blazer bir ceket vardı. Ayağımda ince topuklu, siyah, parlak stilettolar vardı.
Restoranın diğer ucundaki masada Hazar Göktaş'ın yardımcıları var. Dört kişi, ikisi kadın ikisi erkek. Yanlarında korumalar var. Duvar kenarındaki masamdan onları rahat bir şekilde görebiliyorum.
Onlara nispeten bana daha yakın bir masada ise ailem var. Annem, babam, abim, Miraç amca, Zühre Hanım ve Özgür. Her ne kadar kendimi gösterip koşarak hepsine sarılmak istesem bile sadece kaçamak bakışlar atıyorum güneş gözlüklerinin arkasından. Karşımda Ekrem abi oturuyor.
Masayı izlemeye devam ettim. Adamlardan birinin telefonu çaldı. Adam telefonu açıp kulağına yasladı ve yüzünde bir sırıtış oluştu. Kahkaha atarak diğerleri ile kadeh kaldırdılar. O sırada karşımdaki Ekrem abi telefonunu bana çevirdi. Gözlüklerin arkasından mesajı okudum.
+05..........: Londra'daki sahte konum patladı.
Başımı salladım belli belirsiz. Babaannem bu plan için Londra da sözde benim kaldığım bir ev ayarlamıştı. Bunun olacağı aklımıza gelmişti. Adamlar benim öldüğümü düşünüyorlardı. Kaldırdıkları kadeh benim ölümüm uğrunaydı...
Bir anda restoranın kapısı açıldı. İçeri babaannem ve korumaları girdi. Burada birazdan kan çıkacaktı. Babaannem yardımcıların masasına yürüdü. Korumalar ayaklandığında babaannemin korumaları silahlarını çekti. Çoğu masalardan kalkmış müşteri kılığından çıkmışlardı. "Sakin olun beyler!" dediğini duydum babaannemin alaycı bir sesle. Her zamanki Rümeysa Başaran'dı. Dudaklarım alaycı bir tebessüm ile kıvrıldı. Beyaz şarabımı yudumladım.
"Bu kadar çabuk mu geldi torununun ölüm haberi Rümeysa Hanım?" dedi adamlardan telefonu açan. Bu arada bizimkilerde ayaklanmışlardı. İnanç'lar da ailemde yardımcıların masasına bakıyordu. Ölüm haberi dendiğinde hepsi aslında bir şok geçirdi. Şuan kendimi, Helvamı yediler ama ölmedim haber başlığında gibi hissediyordum. Annemin babama baktığını gördüm. Güzel annem, nasılda korkmuş ve üzülmüştü. Ama inanmıyordu. Böyle bir şey olmasına ihtimal vermiyordu yine de kızının ölüm haberini duymak sarsmıştı onu.
"Torunum mu? Hangisi?" dedi babaannem anlamamazlıktan gelerek. "Biri orada," dedi abime bakarak. "Diğeri de şu az ötede. Yani ortada bir ölü yok." dediğinde yardımcılara dönmüştü. Bizimkilerin gözleri ise etrafı arıyordu. Ama korumalar ayaklandığı için benim ve Ekrem abinin önünü kapatıyordu. "Gel Gece!" diye seslendi babaannem.
Beyaz şarabımın son yudumlarını kafama diktim ve bacaklarımı indirip ince topuklu ayakkabılarım ile yere sağlam adımlarımı bastım. Ayağa kalkıp korumaların arasından çıktığımda gözlüğümü gözümden çıkarıp kenardaki korumalardan birine uzattım. "Kimmiş ölen ya?" dedim babaannem gibi alaycı bir sesle. Bizimkilerin bakışları bana döndüğünde yüzlerindeki rahatlama çok netti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece'nin Sakladıkları (Düzenleniyor)
JugendliteraturGece, iç dünyasına kapanık biridir. Sınıfına beklenmedik bir anda gelen nakil öğrencisi Özgür ona herkesten daha farklı yaklaşacaktır. Bu tanışmanın altından başka olaylar çıkacaktır. Ama bu şekilde Gece'nin iç dünyasına uzanmasına yardımcı olacak o...