9-Lavanta

240 35 62
                                    

Bölüm Şarkısı:Teoman- Saat 03.00

"Koşma yorulduysan
Anaforda boğulduysan
Sen de korkuyorsan yalnızlıktan
Bilme istemiyorsan
Bir an bile gülmüyorsan
Sen de sıkıldıysan yalanlarımızdan"

Koku duyusu bana acıyı anımsatır. Yıllar önce gördüğümüz arkadaşımızın kokusu bir yerlerde burnumuza çalındığında onu hatırlamak kırık bir gülümseme bırakır yüzümüzde. En son mutlu olduğumuz anıdaki çörek kokusu bizi tekrar o anlara götürür kalakalırız olduğumuz yerde. Ya da bizi küçücük bir çocukken yetiştirme yurduna bırakan annemizin kokusunu unutamayız ne olursa olsun. Koku duyusu acımasızdır işte bu yüzden acıtır.

Ellerim sert omuzlara tutunurken adamın kokusunu soluyordum derin derin. Yapmamam gerekliydi bunu çünkü koku unutulmazdı. İnsan tüm ömrünü unutur hafızasını bile kaybederdi de huzur bulduğu kokuları yine de unutamazdı. Arman deniz gibi kokuyordu. Ferah, hoş ama fırtınalı bir deniz ve ben çok iyi biliyordum ki bu kokuyu bir daha unutamayacaktım nasıl gözleri ilk buluşmamızda fırtınalara sürüklediyse beni kokusu da o fırtınalı denizde boğacaktı. Hissederdiniz. Sonununuz olacak kişiyi elbet hissederdiniz. Kokusundan, bakışından ya da sesinden.

Ne kadar süre adama sarıldım bilmiyordum ama kendini geri çeken o oldu. Sanırım bana kalsa güvende hissettiğim o kolların arasından bir süre daha çıkamazdım.

Arman iki adım gerilediğinde ellerim yanıma düştü ve şaşkınlıkla bana bakan adamın suratıyla karşılaştım.

"Ani hareketlerden hoşlanmam. Lütfen bir daha yapma." Dehşete düşmüş gibiydi sanki oysa hiçbir kötü niyetle yaklaşmamıştım. Sadece o an üzüntüden bir uçurumdan düşüyormuş gibi hissetmiştim ve yanımda tutunabileceğim bir tek Arman vardı.

"Yani, yanlış anlama. Seninle alakalı değil sevmem dokunulmayı." Utançla kafamı aşağı eğdim ve önüme düşen sarı saçları kulağım arkasına yerleştirirken hızla Arman'ı onayladım. "Kusura bakma bir tür kriz falan geçirdim sanırım. Yaşadıklarımız pek kolay değil malum." Ağzımda bir şeyler gevelerken hala adama bakamıyordum.

"Neyse, yemeğe geçelim o zaman." Sonunda başımı kaldırıp göz göze geldiğimizde gülümsemeye çalışan bir Arman vardı karşımda ama o kadar yapaydı ki tavrı utançtan cayır cayır yanmasam göz devirebilirdim.

"Şey...ben bir elimi yüzümü yıkasam malum," elimle ağlamaktan tahriş olmuş yüzümü gösterdim.

"Ha, evet tabii. Koridorun sonundaki kapı." Eliyle ensesini kaşırken söylendi Arman. İfadesinden anladığım kadarıyla ya o da benim kadar utanıyordu ya da ciddi bir şekilde rahatsız olmuştu. Her iki ihtimal de oldukça can sıkıcıydı.

Başka bir şey demeden arkamı dönüp hızla ilerledim ve buzlu camlı kapının önünde durdum. Kapının kulpu yoktu ancak bir adım ilerlediğimde aşağıdan yukarıya doğru açıldı ve içeri girdiğimde aynı hızla bu sefer yukarıdan aşağıya doğru kapandı.

Ellerimi yüzüme kapayıp lacivert lavabonun önüne ilerledim. Duvarı boydan boya kaplayan dolapların üzerindeki oval buzlu cam ona bakmamla birden bir aynaya dönüştüğünde rezilliğimden olsa gerek son teknolojiye şaşırmaya bile vakit bulamamıştım.

"Ulan Ezgi var ya geçmiş gelecek fark etmeden dünyanın en rezil kişisisin." Sinirle söylenip aynadaki kızarmış yüzüme bakarken ağlar gibi sesler çıkarıyordum. "Ya en sarılmamam gereken insan be! Adamın kucağında ağladın Allah kahretsin seni ya nasıl döneceğim ben şimdi mutfağa of!" pek de geniş olmayan banyoda aşağı yukarı adımlarken kafamdan binlerce senaryo kurup duruyordum. Kesin Arman benden tiksinmişti, ağlak bir bebek olduğumu ve onu tavlamaya çalıştığımı falan düşünmüştü! Ay yok artık Ezgi o kadar da değildir.

Dünyanın Sonuna YolculukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin