BÖLÜM 6: Şah ve Mat
"İsmimin ne önemi var varlığımı anımsayamadıysanız..."
-ANASTASİA
(2 AY SONRA...)
Yaşam, ölüm ile doğumun arasında mıdır sahiden? Peki ya ölüm ile doğumun arasındaki yaşam size ait değilse ve bir başkasının yaşamında hayat bulduysanız? Kendi kararlarınızı alamadığınız, başkalarının sizin hayatınızın başrolü olduğu ve sizin yalnızca köşeden seyreden birinden fazlası olamamanız... Eğer bir başkasıysa sizin hayatınızdaki başrol, sizin o hayatta olmanızın anlamı ne? O hayat sizin değilse ne diye içerisinde barınıyoruz?
Önce adıma karar verdiler. Atam Kraliçe Marry'nin ismini taşımama karar verildi. Onun gibi zalim ve acımasız hırs dolu bir kadının ismini taşımam istendi. Taşıdım. Hala da taşımaktayım.
Sonra içine girebileceğim bir kaftan ördüler. Bütün benliğimi, sevdiğim şeyleri, kendimi kendim yapan tüm özelliklerimi silip attılar bir köşeye. Bana bir zırh yarattılar kendi elleriyle ve o zırhı taşımamı istediler benden. Hayatta kalmak adı altında etrafıma örülen o zırh bir süre sonra nefessiz bıraktı beni. Hala da bırakmaktaydı.
En son... Özgürlüğüm... Belki de benim tek kurtuluşum olabilecek o şeyi aldılar elimden. Onlar için yaptığım onca şey, boyun eğdiğim onca emir ve isteğin karşısında bana uygun gördükleri şeydi bu. Özgürlüğümü çalmak...
Üstelik bu kez özgürlüğümün dizginleri onlarda değildi. Bir başkasına vereceklerdi. O dizginler vazifem diye bahane edilen köklü bir ailenin oğluna verilecekti.
Hayatım ellerimden kayıp gidiyordu. Benliğim... Her şeyim...
Rosemarry adına hiçbir şey kalmıyordu geriye. Bu Dünya'ya gelişimin bir önemi olmadığı gibi gidişimin de bir önemi olmayacaktı. Fısıltılarla büyüdüğüm duvarlar ben gidince de susacak mıydı? Ardımda dolanan gölgeler geçecek miydi? Beni öldürmek için fırsat kollayan cellatlarım bırakacak mıydı peşimi? Hayatta kalmamın tek yolu bir başkasının hayatında yan rol olarak yaşamak mıydı?
İnce elleriyle saçlarımı tarayan bekçiye baktım aynamın yansımasından. Prenses Dione'un emirleri benim hayatımdı. O balo için elinden geldiğince bana iyi bakmaya çalışıyordu. Onun benim hayatta kalmak için çabalamadığını biliyordum. O benim gitmem için uğraşıyordu. Eğer hayatta kalabilen ikinci prenses olursam onun bütün hükmü bir şah gibi devrilecekti. Bana uyguladığı her şeyi kaybedecekti. Söz yetkisini benimle paylaşmak zorunda kalacaktı. Bütün bunları kaybetmemek için beni olabildiğince hızlı bir şekilde ortadan kaldırma yollarını seçiyordu. Babama da bu yolları özenle ilmek ilmek işliyordu.
Sıkıntılı bir nefes alıp saçlarımı tarayan bekçinin elinden aldım saçlarımı ve ayağa kalktım. Ela gözlü, simsiyah saçları olan ince yapılı kadın bekçi, benim kalkmamla ayaklandı. "Bir sorun mu var prenses?"
Bana 'majesteleri' olarak hitap etmemelerine artık alışmıştım. Bunu bozuntuya vermeden sakince bekçiye döndüm. Kocaman gözlerinde sözlerinin aksine bir sorun olduğu endişesini yansıtmıyordu. "Hayır." dedim sessizce. "Bugünlük bu kadar yeter. Çıkabilirsin."
Ona arkamı dönüp aynalı masamın yanına gittim ve kulağımdaki küpeleri çıkarmaya başladım. Küpeleri çıkarırken ayna yansımasından hala ayakta dikilen bekçiyi görünce sabırla gözlerimi kapattım. Hitap şekillerini bir nebze olsun göz ardı edebiliyordum fakat emirlerime uymamalarına dayanamıyordum. "Sana çıkmanı söyledim." dedim. Ona arkamı dönmeden küpelerimi çıkarmaya devam ettim. Bekçi pişkinlikle sırıtmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARESİZ KRAL (KARANLIĞIN YÜZÜĞÜ SERİSİ-1)
FantasiaDünya'nın unutulan ve sonradan hatırlanan o eşsiz toprakları... Ardena... Nice krallıkların hüküm sürdüğü ama o uğursuz kara topraklarında kimsenin barınamadığı bir ölüm çukuru. Nice soyların başlayıp bittiği, nice ırklar ve yaratıkların doğup öldüğ...