Dünya'nın unutulan ve sonradan hatırlanan o eşsiz toprakları... Ardena... Nice krallıkların hüküm sürdüğü ama o uğursuz kara topraklarında kimsenin barınamadığı bir ölüm çukuru. Nice soyların başlayıp bittiği, nice ırklar ve yaratıkların doğup öldüğ...
Dikkat! Bu kurguda tetikleyici unsurlar; kan, ölüm ve şiddet vardır.
Yukarıdaki müzik eşliğinde okuyabilirsiniz...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BÖLÜM 1: Ardena ve Adaleti
(Günümüz...)
"Hadi..."
Sınırın etrafında aylakça etrafına bakan Elçi, ağır adımlarla etrafını kolluyordu. Ellerini her daim arkasında tutuyor ve gözleriyle etrafını olabildiğince incelemeye çalışıyordu. Dakikalardır burada öylece geziniyor ve sınıra girmek için fırsat kolluyordu. Fakat anlaşılan korkağın tekiydi. Girmeye cesareti bile yokken niçin buraya kadar yalnız başına gelmişti ki?
Uzun kumral saçları, kızgın rüzgârın içerisinden şekilden şekle giriyor ve bu etraflıca incelemesine olabildiğince engel oluyordu. Zira saçlarını düzeltmekten etrafı inceleyememişti.
Kahverengi gözleri ağaçların üzerinde gezinirken ağır hareketlerle kendimi kalın bir dalın ardına gizledim. Gözleri benim üzerinde olduğum ağaca kadar gelememişti henüz.
Üzerinde ne bir zırh ne de bir silah vardı. Kendine güvenip öylece gelmiş olamazdı. Bir tuzak olabilirdi.
Eğer yanına gidersem her an etrafım sarılabilirdi.
Eğer buradan ok atsam yerimi fark ederdi.
Bütün olasılıklar aklımdan hızlı hızlı geçtiğinde en sonunda bir süre daha onu ve baktığı yerleri incelemeyi tercih ettim. Mutlaka baktığı bir noktadan bir açığını yakalayabilirdim. En azından şu anlık yalnız olup olmadığını anlamam yeterliydi.
Yapılı bir vücudu olmasına rağmen çelimsiz gözüküyordu. Daha önce eline kılıç tutmadığı çok aşikardı. Doğuştan sahip olduğu güce güveniyordu anlaşılan. Bunu düşününce istemsizce ona küçümser bir bakış atmıştım.
Bir süre sonra dikkatimi çeken bir hareketle sınıra doğru bir adım attı. O an gözlerim parladı.
Ellerim yavaşça cebimdeki hançere uzandığında tek bir hamlesine kesilmiştim. Sınırın içine doğru bir adım atması...
Erkek Elçi, adımlarını sınırın hemen önünde durdurduğunda sinirle gözlerimi devirdim.
Neden bu kadar korkaktı bu? Dakikalardır onu bu ağacın tepesinde seyrediyordum ve bu zamana kadar yalnızca bir adım atmıştı.
Sinirle ağacın arkasına biraz daha sindim ve onu seyretmeye devam ettim. Sınırda nöbet tutan Bekçiler yoktu anlaşılan. Ya da benden önce onu fark etmiş ve pusu kurmuş da olabilirlerdi. Fakat bunun mümkün olduğunu sanmıyordum. Zira duyularım bir hayli keskindir. Kimin nerede olduğunu çok iyi işitir ve nerede olduğunu çok iyi görürdüm. Duyularım diğer bekçilere nazaran daha kuvvetli olduğu için birilerini çok rahatlıkla fark ederdim ve şu anda hiç ses yoktu. Onun dışında... Ne yapacağını bilmeyen korkak bir Elçi dışında...