11 Mayıs 2006

106 3 0
                                    


11 Mayıs 2006


Dün gece yine Taksim'e indim, yıllardır uğramadığım bir mekâna girdim. Eski halinden çok uzaktı artık. Bir sürü eşcinsel dolu barda. Ama bir şey hariç. Barın sahibi Volkan. Yetmişine merdiven dayamış biri için hâlâ çok enerjik.


Volkan'a barını niye bu kadar değiştirdiğini ve ibnelerle uğraştığını sordum. Bana bulaşmadıkları sürece sorun yok, dedi. İşlerin bir dönem kötü gittiğini, sonra barına böyle bir imajın iyi geldiğini ve artık o ibnelerin gelip başka ibnelerle tanışmak için bol para harcadıklarını söyledi.


Etrafımda bu kadar ibneye tahammül etmek benim için imkânsız. Bence Volkan büyük bir hata yapıyor. Eski müşterilerini tutması imkânsız. Böylece bu ibnelere muhtaç kalacak iyice. Fikrimi söyledim ama bana çok kulak asmadı. Yaşlılar böyle işte. Kafasına koyduğunu yapar.


Barda yanımda sarışın küçük bir oğlan oturuyordu. En fazla 18 ya da 19 yaşında olsa gerek. İbneye benzer bir yanı yoktu. Ben de can sıkıntımı gidermek için laf attım kendisine. Konu futboldan açıldı. Epeyce sohbet ettik. Ankara'dan buraya okumak için gelmiş. Koyu bir Ankaragücü taraftarı. Ama İstanbul'da olduğu sürece buradaki üç büyüklerin maçını izlemeye gayret ediyormuş. Ona bir bira ısmarladım. Fena bir sohbet olmadı aslında.


Tanrım o gece aklımı nerde bırakmıştım. Normal düşünebilseydim, o durum başıma gelmezdi. Pek de hoşlanmadığım bir ortam olduğundan ötürü, içkimi hızlıca içip çıkmadan önce tuvalete gideyim dedim. Bir dakika sonra o sarışın çocuk geldi ve aynanın karşısında saçını düzeltmeye başladı. Çok dikkate almadım açıkçası. Elimi yıkamak üzere lavabonun başındayken yanıma geldi bir anda. Kahretsin, Volkan'ın ibnelerindenmiş meğer. Eliyle şeyimi tutmaya çalıştı. O götverenin boğazına yapıştım ve onu doğruca duvara yapıştırdım. Ondan sonra hatırladığım, Volkan'ın yanımızda bittiği ve o piçi elimden aldığıydı. Volkan'a onlardan hoşlanmasının beni alakadar etmediğini ama biri bana yanaşacak olursa yarağını kökünden kesip eline vereceğimi söyledim.


İbnelerden niçin hoşlanmadığımı bilmiyorum. Sanırım askerlik dönemime dayanıyor. Askerde sağlıkçı olarak kısa dönem görev yaptım. Orada çok yakın olduğum, yine sağlıkçı olan bir arkadaşım vardı. Soyadını anımsamıyorum ama adı Ali'ydi.


Askerde kurduğunuz dostluklar çok daha yakındır. Oradaki psikoloji, çevrenizdekilerle daha yakın bir bağ kurmanızı sağlıyor. Gündüzünü ve geceni aynı kişilerle paylaştığın için doğal olarak yakın oluyorsun o insanlara karşı. Sıkı bir dostluk oluşuyor.


Ali kendine göre yakışıklı bir erkekti. Askeri hastanedeki hemşireler ona âşıktı ama o pek pas vermiyordu onlara. Çok entelektüel bir yanı vardı aynı zamanda. Şiirler yazıyordu. Elimize bir şekilde geçen kitaplar hakkında bolca konuşuyorduk. Mantıksız bir dünyada benim için tam bir bilgi kaynağıydı. O dünyadan bir tür kaçıştı.


Sonra bir gün her şey değişti. Görev sonu duşumuzu alıyorduk. Sadece ikimiz kalmıştık. Bir anda gözüm Ali'nin atletik vücut yapısına odaklandı. Ben de onun gibi olmak için neler vermezdim. Sonra bir anda tahrik olduğumu fark ettim. Bir anda utanç ve heyecanla ne yapacağımı şaşırdım.


O an tek dileğim şeyimin kalktığını fark etmemesiydi. Ancak fark etti. Göz göze geldik. Büyük ve derin gözleri onaylayıcı sinyaller veriyordu o anda sanki. Hiçbir şey söylemedi.


Bu deneyim beni çok olumsuz etkiledi. Aramızdaki dostluk bağı kopmuştu. Onunla aynı ortamda yalnız kalmamaya özen gösterdim. Onun arada sırada benimle kurduğu göz temasında, bakışlarındaki üzüntüyü çok iyi görebiliyordum. Uzak durmam onu yıpratıyordu.


Birkaç hafta sonra onu bir odada intihar etmiş olarak yine ben buldum. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hâlâ aklıma geldikçe etkileniyorum bu olaydan. Ona karşı hissettiğim yakınlık mı ya da dostluğumuzun o ölmeden hemen önce bozulması mı beni üzen, bilmiyorum açıkçası.


Bir Seri Katilin Günlüğü - Uyanış (Kitap olarak yayınlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin