14 Mayıs 2006

83 2 0
                                    


14 Mayıs 2006


Gecelerimi gündüze çevirdim. Barlar kapandıktan sonra ne haltlar yediğimi hatırlamıyorum. En son kiminle barı terk ettiğimi hatırlamıyorum ama sabah bir Çingene mahallesinin ortasında arabamın arka koltuğunda uyandım. Cüzdanımın hâlâ cebimde olması bir mucizeydi. Gerçi bugünlerde içinde nakit olduğu söylenemez.


Hayatım boyunca başımın bu kadar ağırdığını ve midemin bu kadar bulandığını hatırlamıyorum. Arka koltuğa öylece uzanmış, sanki saatlerdir ilkokul çocuklarıyla muhatap olmuş gibiydim. Kafamı kaldıracak halim yoktu. Uyandığımda muayenehaneme gitmeye hiç de hazır değildim. Ama daha sonra kendimi toparlayıp yola koyuldum. Varana kadar büyük mücadele verdim. İçeri girip kendimi kanepeye attım ve öğleden sonraya kadar uyumaya devam ettim.


Çocukları görmek için eve gittim. Bu ayrılık onları da etkilediği gibi beni de derinden etkiliyor. Onlarla niçin birlikte yaşamadığımı anlamıyorlar. Artık hep İzmir'de mi yaşayacaklarını sordular üzgün bir şekilde. O adi kadının onlara ne anlattığını bilmiyorum ama öyle olmayacağını umduğumu söyledim.


Onları öyle mutsuz görmek bana acı veriyor. Bu savaş alanının ortasında onların olmaması gerek. Leyla'yı karşıma alarak, eğer İstanbul'da kalırsa ona ve çocuklarıma hep destek olacağıma dair söz verdim. Belki her şeyi yoluna koyana kadar, yarım gün çalışarak bu duruma destek olabilirdi.


Bu fikri duyunca dalga geçti resmen. Bu şehirde beni tutabilecek hiçbir şey yok dedi. Eğer çalışması gerekiyorsa bunu gerçek ailesinin olduğu İzmir'de yapacağını söyledi. Sabit fikirli olduğu aşikârdı zaten. Ben de karşısında diz çöküp de daha fazla kendimi aşağılamayacaktım. Salona geri dönüp, son saatleri çocuklarımla geçirip onlarla sevdikleri oyunları oynadık. Keşke onları burada tutabilecek bir şey olsa.


Bu gece muayenehaneden çıkmamam gerek. Kendimi bu kadar kötü hissettiğim bir günde dışarı çıkmamam gerek. Yarım şişe rakım da burada bana eşlik edecek.


Hayır, bu delikten çıkmam lazım. Bu muayenehane beni deli ediyor. Ne kadar başarısız olduğumu hatırlatıyor bana. Gece boş bir iş hanında bulunan bir ofis kadar moral bozucu ne olabilir ki? Kendi dünyamda hapsolmuş gibiyim.


Hayal gücüm çıldırmış durumda. Küçük bir hayalle başlayan şeyin şu anda beynimde bir tür saplantıya dönüştüğünü hissedebiliyorum. Fikirler beynimden çıkmıyor. Bir zamanlar askerlik döneminde gördüklerim karşısında öfkemi bastırmaya çalışıyordum.


O dönemde genç yaşımda yeni mezun olarak bu kadar ruhsal çöküntüyle mücadele etmem mümkün değildi. Yanmış bedenin havadaki kokusu, ya da çürümekte olan bedenlerin tarifsiz kokusu. Yaralıların ve ölenlerin çıkardığı feryatlardan kaçış imkânsızdı. Kafayı yedirten ve zihnimde çoğalan harabeleri toparlamak mümkün olamazdı.


Tek kaçışım, hayal dünyamdı. Olur da bir gün bir gerillayı elime geçirirsem ona neler yapacağımı canlandırıyordum hayalimde. Kafasına kurşun sıkmak yetersiz kalırdı. Hayalimde çok daha yaratıcı ve yavaş ölümler canlandırıyordum. Bu fikirlerin gün içinde kaç kez beynimden geçtiğini hatırlamıyorum. Askerlik dönemi boyunca hiç zihnimden çıkmadılar. Ama hiç birini gerçekleştiremedim. Fırsatım olmadı.


Bir Seri Katilin Günlüğü - Uyanış (Kitap olarak yayınlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin