Mektup geldi!

60 10 11
                                    

Taehyung

İtiraflardan sonra gelen nedamet insanlarda görülen en büyük hadise olmalıydı. İnsanın hangi çağına denk gelirse gelsin yapmış olduğu itirafalar bir dönemin de mutlaka pişmanlıkla son bulurdu. Çünkü insan ya öyle olmayıp diğer türlü olsaydı diye düşünürdü hep. Bu doğamızın bize sağladığı bir yarar mıdır yoksa zarar mı kestirmek güç lakin her zaman olan bir olgunun olmayacak yanlarını da düşünürdük.

Şimdi bana gelirsek, bir erkek bir erkeğe belki ömrü boyunca ölse bu itirafta bulunamazdı. Peki öyleyse beni bu duruma iten ne olmuştu, dindar bir adam olduğumu kast ettiğim halde. Bunun en büyük açıklaması benim fikrimce şu olabilirdi: Güçlü duygular zayıf inançları dikkate almaz. Daha öncesinde hiçbir zaman güçlü duyguların okyanusunda kürek çekmemiş olan ben, inancımın sağlamlığı konusunda bir kanaate varamamıştım ama yine de bu inancımın kuvvetli olduğunu da kendime inandırmıştım. Oysa karşılaştığım bir engel ya da önüme sürülen cazip bir fırsat ya da dudaklarımın üzerinde çıkan tüylerin masumluğumu artık yitirdiğimi öğütlemesi... Bunların her birini topladığımızda ya da teker teker ele aldığımızda gördüğüm bir şey vardı ki insanın güçlü sandığı şeylerin kolayca acizleşebildiğiydi. Bundan mütevellit içimde yaşadığım bunalımın son bulması adına birinden vazgeçmeyi yeğlemiş hatta onu önümden kaldırmak için bir çaba içerisine girmiştim. Bunun adı inandığım din olmuştu. Sonunda kaybedeceğim değerlerin çok büyük olacağını bildiğim halde küçük bir umuda tutunmak istemiştim lakin bilmem gereken bir şey vardı ki o da, umutların insanları hep yarı yolda bırakmasıydı.

Tek bir vakit bile pişmanlığını duymadığım sözümün arkasında başım dik, bir komutan edasıyla gururla kendisine ihtirasımı sunduğum Öğretmen Beyi beklemiştim. Benim sancılı sürecimin doğumunun bir katliam ile bitişinin aynısı ne yazık ki kendisinde de görülecekti. İsyanlar edecekti. Delhizlere çarpa çarpa parçalamaya çalıştığı kafasının halen sapa sağlam bedeninin en üstünde durduğunu gördüğünde ölmem için yalvaracak belki de delirecekti. Diyorum ya içinde bulunduğumuz durum artık bir dini meseleden sıyrılmış kişilik buhranı olarak ortaya sızmıştı. Ya yaradılışından vazgeçecektin ya da körü körüne inandığın hurafelerden. Yine bu zihnimin sınırlarını zorlayan ince meseleler, ince hastalık gibi damarlarımı parçalarken artık düşüncelerim içime akmak yerine kesintisiz öksürüklerle dudakların kenarından sızıya başlamıştı.

Kahvaltı sofrasının başında gözlerim itaatkar bir şekilde gözlerinde. Tam tamına sayamadığım kadar çok hafta geçmişti, öyle ki buğdayların ekimi bile bitmiş, doğa artık uykuya hazır hale getirilmişti. Artık kahverengi ve grilikten başka hiçbir şey yoktu dışarıda. Sessiz bir mevsim. Bu sessiz mevsime bir de kendi sessizliğini eklemişti. Kendisine artık kendi içimde doyuramadığım duygularımı ifade edişimden tam bu zamana kadar asla bir cevap almamıştım. Bu cevap almama bu konuyla da bitmemişti. Ben belki de aylar olmuştu sesini hiç duymamıştım. Sanmayın ki içtiği eroinini kendisinden habersizce çaldığım gün benden kopuşu gibi bir döneme girdik. Hayır aksine sadece susuyordu ne diyeceğini ne cevap vereceğini bilmez gibi. İlk defa dünyaya ayak basan Peygamber Adem'in çekingenliği vardı üzerinde. Gördüğü kendisine yeni olan bu her etrafındaki nesneyi algılamaya, ne olduklarını anlamaya çalışıyordu. Bir nevi belki de karakterimi ya da akıl sağlığımın yerinde olup olmadığını çözmeye çalışıyordu benim kendisinden çekemediğim bakışlarımla o da beni izlerken.

Tüm bunlara rağmen burada bir de bana bakılması gerekti, ben ne haldeydim. Duygularım daha da mı çoğalmıştı yoksa ağır ağır azalıp içine doğru çekilen bir deniz gibi yüreğime sakince geri mi toparlanmıştı. Demiştim ya itiraflar beraberlerinde pişmanlıkları da getirir diye ben de tam tersi olmuş, sonuçları felaketleri getirmişti. Karşımda olumlu bir duygu beklemediğim adam geri çekilmiş, sessizleşmiş, kendi kabuğuna çekilmiş, eski samimiyetli halimizin arasına topraktan duvarlar örmüştü. Sevmek cana kıymak gibi bir şey olmuştu gözümde. Yine de aptal gibi kabullenerek oturmak yerine üzerine gitmeyi onurlu bir askere yakışır bir şekilde savaş meydanında ölmeyi yeğlemiştim. Fakat bir gerçek vardı ki ömrü boyunca hiç sevilmemiş bir adam nasıl sevgi gösterebilirdi. Bu tıpkı hayatı boyunca hiç et yememiş bir insana etin tadını anlatmak gibi bir şeydi yediği diğer şeylerden yola çıkarak. Yine de tüm bu ben de ki yarımlığa inat durmadım kendisinin arsız diye nitelendirebileceği her hareketimle karşısına çıktım. Benimle konuşmuyor olsa bile ben yanına vararak konuştum, Bana baktığı vakitlerde gözlerimi kaçırmak yerine ben de kendisine baktım, ve utanmadan kendisinden bahtsız başımın belası tütünlerini istemeye devam ettim. Çünkü bir vakit sonra korkmuştum. Sevgimin yalan olduğu düşüncesine kanacak diye. Oysa ben Tanrı şahidim olsun ki kendisini seviyordum. Ne kadar zor olmuş olsa da bunu kendime itiraf edebilmiştim. Şimdi istiyordum ki o da bunun farkına varsın, bir aptallık ya da geçici bir gençlik hatta daha ilerisi erişkinlik bunalımı saymasın istiyordum.

Elmanın Günahı Dudaklarımızda | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin