Son söz, son ağıt

66 8 7
                                    

Taehyung


Öğretmen beyin yürek sızıma tanıdığı bir günlük süremi sabahtan akşama kadar penceremden dışarıyı seyrederek geçirmiştim. Yanına insem söyleyecek tek bir sözüm yoktu kendisinin de öyle olmalı ki arada bir halen bahçede kızıyla oynayan kendisine bakıp bakmadığımı görmek için benden tarafa bakıyor ve her bakışında bir saniye öncesindeki o sevinçli yüz hali siliniyor ve acımalı bakışları yere eğiliyordu. Ona acı çektiriyordum belki de en çok bu yüzden gitmeliydi.

Aramızda hiçbir konuşma geçmemiş olan eşi ise bir sığıntı gibi yanında oturuyorken benden tarafa hiç bakmıyordu o an öğretmen beyin benden eşine hiç bahsetmediğini düşündüm. Hem zaten neden bahsedecekti ki, kim olarak.

Sabahtan beri kasvet çökmüş olan odama duyduğum tek ses o kız çocuğunun kulağımın artık aşina olduğu sesiydi. Öğretmen beyin buraya girmeye iznim olduğunu bilmiyordum dediği üzüm bağlarımızın arasında asmaların arasına saklanıyor öğretmen beyin kendisini bulmasını bekliyordu. Yerinden hiç hareket etmeyen kadın ise ellerini ovuştura ovuştura benim misalim bir yabancı gibi iki bedeni izliyordu. Hangi kadın kocasına bu kadar uzak dururdu ki. Kendisinin yerinde olmak için can atacak bir adam varken, sürekli yüreğine vura vura, canı çıksın diye ağlarken onun saadeti önündeydi lakin o bu saadete katılmayıp sadece izliyordu. Canım ilk defa bu kadar çok yanıyordu, üzüntüm bir insan misali göğsümün tam üzerine oturmuş gibiydi. Soluduğum nefeslerimi yutamıyor, içimde dalgalanan fırtınalarıma söz geçiremiyor, avuçlarımı yırtıp geçen anılarıma iç çekemiyordum. Deniz kenarında oluşturduğum kumsaldan yapma kalemin çöküşünü içim giderek izliyordum. O çocuğa koştuğu yolu bana koşsaydı dizlerim kırık olsa dahi sürünerek giderdim lakin benim şu an uçlarına taş bağlanmış olan ayaklarımın koşabileceği bir yol yoktu. Kendi kendime çektirdiğim bilinçli acıma daha fazla dayanamadığımda pencereme sırtımı dayamış aşağıya doğru süzülmüştüm. O pencerenin önünden ayrılmadım. Görmesem bile bedenim varlığını hissederek tatmin olmak istiyordu. Gözüm görmese bile ruhum hissediyordu öğretmen beyi.

Bir yığın vakit ellerimin arasından su gibi akıp gittiğinde rahatsızlığımın düzelmediğini dile getirerek aşağı akşam yemeğine inmeyi reddetmiştim. Kederim o kadar derin ki indiğim o akşam yemeği sofrada gördüğüm mutluluğa içimden lanet etmekten korktuğumdan odamda kalmanın daha doğru olacağını düşünmüştüm.

Ne vakit ki evden dışarı çıktığımda gece yarısını çoktan geçmişti saat. Evimizdeki tüm ışıklar yine sönmüştü. Pişman mıydım? Pişman gibiydim. Yalvara yalvara kendisinden istediğim o bir gün de belki mutlu olurum diye düşünsem de bedenim bir cesete dönmüş gibiydi. Ne hareket edebiliyor ne de düşünebiliyordum. Önümde sergilenen bir oyunu izlemekten başka yapabildiğim bir şey yoktu. O kadar çok ağlamıştım ki artık gökyüzündeki yıldızları bile bir nokta olarak göremiyor buğulu birer yumak gibi seçiyordum. Ferahlığı gökyüzünde bulamayacağımı anladığımda başımı yere eğmiş karanlıkta hafif rüzgarla eğimlenen çimleri izlemeye başlamıştım. O dümdüz üzerlerine hiç ayak değmemiş olan çimleri yassılaştırmak adına ayaklarımın ucunu bir ütü gibi üzerlerin de ileri geri hareket ettirmiştim. Halen içimdeki kasvet geçmediğine daralan yüreğimi de genişletmek adına bolca yürümüştüm. Asma bahçesinin sonuna geldiğimde daha uzağa gidecek yerim olmadığından yere sırt üstü uzanmıştım. Ne oturabilecek ne de bir yere yaslanıp ayakta durabilecek gücüm kalmıştı zaten. Yere uzanmış olsam dahi uyuyamayacağımı biliyordum, yarın ayrılık vaktiydi hangi vicdansız yürek bunu bile bile uyuyabilirdi ki. Canımın çok yanmasına rağmen zihnime tasvir olan yüzü aklıma her düşünde şimdi olduğu gibi dökülmüştü yaşlarım. Bu belki de ayrılığımıza döktüğüm ilk ağıtım olmuştu. Biraz ağladım. Sonra durdum ve biraz daha ağladım. O kadar çok ağlamıştım ki karnımın üzerine konan başı hiç fark etmemiştim. O saatlerdir durmayan zırlayışlarım kesilmiş ellerim ince telli saçlara ürkekçe dokunmuştu, çokça çekinmiştim lakin Tanrım şahidimsin ki yüreğimdeki yangını söndürmeye benim gücüm yetmiyor. Ona her bir dokunuşumda ya da bakışımda daha da sarsıla sarsıla ağlıyordum. Sayamadığım o tüm zaman dilimlerinde sızlana sızlana ağladım. Tanrım neden hiçbir şey söylemiyor. Böyle deli gibi ağlayan sadece ben miyim? Sanki ölmüş bedenimin cenazesi kalkıyordu ardından sadece ben gözyaşı döküyorum gibiydim.

Elmanın Günahı Dudaklarımızda | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin