Taehyung
Bir insanı kırmak, üzmek, parçalara ayırmak için illa dövmek mi gerekirdi. Bir söz haddinden daha fazlasına muvaffak olamaz mıydı? Bir kalbin de kırıldığını duymak için illa kemiğinin olması mı şarttı kemiksiz dil onu daha beter yaralamaz mıydı? Eskilerden duyduğum bir söz vardı bilir misiniz bilmem. "Çivi çiviyi söker." Ne doğru bir söz değil mi ama. İkisinin de kemiği yok lakin birbirlerini sevmede de, birbirlerini yaralamada da üstlerine kimseleri yok. Yıllar önce babamın sarf ettiği bir hikaye geliverdi o an aklıma. Babam demişti ki bir insanın dili eğer iyiyse etrafındaki insanların kalbi güzel olur lakin bir insanın dili kötüyse etrafındaki insanlarında kalbi de karadır. Bu yüzden inanırdım ki insan beyniyle düşünen bir varlık değil aksine kalbiyle konuşan bir et parçasıydı.
Buna istinaden dilinden çıkacak söz üç yerde takılır sonra zikredilirdi. İlki oluştuğu yer kalbin, ikinci durağı gırtlağın, son durağı ise dilindi. Ne gariptir ki üç organında yutkunma ve sözü tekrar bir önceki geldiği yere atma özelliği vardı. Derseniz ki dil ve kalp yutkunur mu, gırtlak kadar bariz bir yutkunma olmasa da evet yutkunurdu. Her geliş bir diğerinden uzun olurken sana düşünme süresi verirdi lakin biz insanlar çoğu vakit düşünme kısmını tıpkı çok düşün az konuş lafında da olduğu gibi asla bize sunulan kullanma kılavuzlarına uymadan gerçekleştirirdik, peki sonrası mı diye sorarsanız bir aktardan aldığın, sıhhatin için kullandığın otun kullanım gerekçesine benzerdi olay. Az kullanırsan fayda görmez çok kullanırsan ölürdün. Kısacası söylediğin lafın ağırlığına göre yaşardın hayatını.
Bana gelecek olursak benim dilimin kemiği yoktu. Tartmazdım asla söylediklerimi. Ne demeliyim ki burada Tanrım beni yaratırken tartımı koymayı unutmuş. O kadar ki babamla ettiğim münakaşalarda dahi hiç çekinmeden haddi aşabilen bir insandım. Bu yüzden kavgaya giden sohbetlerde annem tatlı dille alır, beni odama götürürdü kendisinin çıkışından az bir vakit sonra ağabeyim içeri girer kükrer kükrer giderdi. Kendim gibi bir ağabeyim vardı lakin onun acı dili sadece banaydı başkalarının ise hep gördüğü tatlı dili. Etrafımdaki insanlarda alışmıştı artık benim dilime. İlk zamanlar Yoongi ağabeyle yaşadıklarımın şimdi düzelmiş olması bundan mütevellit değil miydi? Karşımdakini kıracak olsam dahi susmazdım gidebildiğim en uç noktaya kadar gider kendim kırılacağıma başka insanları kırmayı yeğlerdim. Bu dilimin zehrinin yansıdığı bir başka yeri sorarsanız eğer o da davranışlarımdı. Takındığım tavırlar belki de dilimden daha çok konuşkan ve göze batıcıydı bu yüzden çoğu vakit susar insanlarla beden dilimle anlaşırdım. Lakin bunları Öğretmen bey nereden bilsin ki. Hayatımda bir anlamı olacak kadar bile yakınlığımızın olmadığı adamla paylaştığımız tek şey sırlarımızdı, bunlardan başka birbirimize dair ne biliyorduk ki? O benim kin güden kalleş ve namussuz bir insan olduğumu nereden bilsindi. Susar mıydım ben karşısında. Kendisine her fırsatta yumuşak yüzümü göstermiş olsam da hatta buna çoğu zaman mecbur kalmış olsam da evimiz de kalan bir yabancıya hesap sormayacak kadar çekingen olacağımı mı düşündünüz.
Hayır. Sorulacak hesaplar vardı. Birbiri üzerine gelmiş kötü günlerin arasında silinecek unutulup gidilecek kadar değersiz değildi yaşadıklarım yaşattıkları. Odamı dar getiren adam verecekti yaptıklarının hesabını tek tek. Burnumdan kan getiren insanların kemiklerini kırmaktan asla çekinmezdim. Göz yaşlarına bakıp aldanmak gibi bir huyum yoktu maalesef.
Sabah bırakıp gittiğim hali gözümün önüne gelirken sevinememiştim bile. Canını deli gibi acıtmak istediğim adımın yerine kendi canımı acıtmış bir vaziyette yüreğimi bir iğne dürttüğünde kendisini kıran kaçıncı insandım acaba. Şu zamana kadar öğretmen beye bakışlarımda anladığım bir şey vardı ki o da sessiz bir adamdı. Çoğu vakit sorulan sorulara cevap vermeyişini şehirde aldığı edebinden saymış olsam da öyle değildi gözlerinin sürekli yaşarışı adem elmasının iki kelimesinde bir yutkunuşu... Susmaya zorlanan bir adamdı. Kimdi, neyin nesiydi onu böyle susturan bilmesem bile gülüşünde ağıt yakan bir kalbi vardı. Çoğu vakit tütünün ucundan düşen kahkahalarını duysaydınız belki beni anlardınız çünkü gülmüyordu o kahkahalar bir çığlık olarak kulaklarınıza doluyordu. Tüm gecesi ya mektupları ya da içtiği esrarının koynunda geçiyordu. Ağlarken sessiz olmayı da öğrenmişti. Dudaklarının üzerinden kayan sıvılar beyhude birer parça gibi günlük olarak düşüp giderken bir kere isyanına şahit olmamıştım öyle ki onları silmek adına parmaklarını dahi yormuyordu kuruyu veriyordu saniyeler sonra yaşlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elmanın Günahı Dudaklarımızda | Taekook
Hayran Kurgu"Benimle yanmanız için size kısa bir süre." "..." "Sigara bittiğinde ömrümde bitmiş olacak."