Size hayatımın dönüm noktası olan yerden başlayarak anlatıyorum.
Lapa lapa kar yağıyor. Otobüs durağında insanlar bekleşiyorlar.
-İşte yine o genç. Yine aynı durakta otobüs bekliyor. Bu gencin duruşu neden farklı? Galiba Afrikalı biri... Herhalde ailesinin aç kalışını üzülüyordur? Şunu arabama alsam gelir mi acaba?
Bu düşüncelerimden sonra gencin hemen yanı başında frene bastım. Almanca bilip bilmediğini sordum!!."Biraz biliyorum" dedi kibarca.
-Buyurun sizi istediğiniz yere bırakayım.
Genç bana baktıktan sonra, durakta bekleyen iki genç kızı göstererek cevap verdi.
-Bu hanımları da alacak mısınız?
Mecburen hanımlara da arabama binmelerini teklif ettim.
Birisi binmedi arabama... Öteki genç kız öne, Afrikalı da arkaya bindi. Ben bir soru soracaktım ki o sordu:
-Neden beni arabanızı davet ettiniz? Bir yerden mi tanışıyoruz?
-Sizi her gün bu durakta görüyorum. Afrikalılara özel bir ilgim vardır. En çok merak ettiğim yerde Afrika'dır.
-İyi de beni neden seçtiniz? Ayrıca Afrika'nın neresini merak ediyorsunuz.
-Yamyamları! Aç insanları.
-İlginç... Afrika'da yamyam diye bir ırk yok ki. Bu iftira, Afrika'yı istila edenler tarafından uydurulan bir yalandır. Ben de Mısırlıyım. Biz kimseyi yemiyoruz, ama bizi yiyenleri görüyor ve seyrediyoruz. Bütün suçumuz bu.
-Çok ilginç. Almancanız da güzel. Neden Almanya'dasınız?
-Şartlar öyle gerektirdi.
-İsminiz neydi?
-Abdulvahhab...
-Benim ki Maria. Ben de Fransız uyrukluyum. Sahi, aklıma geldi. Sizler neden bizim dilimizi öğreniyorsunuz da, biz sizin dilinizi öğreniyoruz?
-Önemli bir yaraya parmak bastınız. Emperyalist olan sizlersiniz. Müslüman ülkeleri tahakküm altına aldığınızdan, her şeyinizle kendinize özendirdiğiniz için böyle oluyor.
-Yani Müslümanlar aptal mı demek istiyorsunuz? Neden kendisini sömürtmüş?
Bu sorum şok etti Arap genci. Bir hayali düşündü, gözleri yaşardı.
-Evet, onların temiz duygularını kullanarak aptallaştırdınız.
-O halde neden bizim ülkemize geliyorsunuz?
-Bu soruları sormak için mi beni arabanıza aldınız? O halde söyleyeyim... Elinden yavrusu alınan anne, her zaman yavrusunu alan ayının yeni etrafında döner. Biz de değerlerimizi batının- bilhassa İngilizler- sayesinde kaybettik. Bizden çok şeyler aldınız ve bizleri de peşinizde sürüklüyorsunuz... Bak, senin altında araba, ben bu karlı havada otobüs bekliyorum. Şunu bil ki senin arabanın bir tekerleği benim, öteki tekerleği kardeşimin, 3 tekerleği de öteki kardeşimin. Bizden aldıklarınızı fenle değişik modellere sokup bize hava atıyorsunuz. Yanlış anlamayın,sizin şahsınıza söylemiyorum Bayan Meri.
-Meri değil Maria... Ama siz İngilizcesini tercih ediyorsanız o başka.
-Farketmedim kusura bakmayın.
Yanımda oturan, bir müddet sustuktan sonra gence dönüp sordu.
-Siz bizim gaspcı olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz?
-Boşverin bunları. Ben sizinle tartışmakla sanki sizi suçluyor konumuna düştüm. Geçelim...
-Şey... Benim ismim Monika. Ben Mısır ile ilgili bazı konuları merak ediyorum. Mesela piramitler... Gerçekten bizim kitaplarımızda yazılanlar gibi mi? Nasıl yapıldığı konusu tartışılıyor mu?
-Evet. Yalnız Mısır piramitleri yapısından daha çok önem taşıyan bir mesajı da beraberinde getirir. Batı Bu mesajın üzerinde hiç durmaz.
-Örneğin.
-Mesela, piramitler, emperyalist ruhu anlatır. Sömürücü Firavun'un esirleri nasıl çalıştırdığını ve onların emeğini nasıl yığdığını gösterir. Batı Bu yönüyle piramitlerle aynı durumu sergiler. Piramitlerde, batının şaşalı yüksekliği de ezilenlerin terlerinden, canlarından biriktirip yükseltilmiştir..
-Amaan siz de her fırsatta batıyı suçluyorsunuz. Ama yine buradasınız.
-Bizim dinimiz, düşman ülkesine gitmeyi, ondan yararlanmayı yasak etmez. Yasak olan: Ona kendini sömürtmektir. Ama biz ikinci emri tamamen unuttuk. Birinci söylediğim ruhsatı da Allah'ın emriymiş gibi çok düzenli yapıyoruz.
Üniversiteye yaklaşmıştık. Konu değişsin istiyordum. Genç konuştukça, kendimi salyangoz böceğine benzettim.
Benim ilgimi çeken şey gencin farklı durumuydu. Hissettirmeden sordum.
-Evli misiniz?
-Hayır... Sözlüyüm.
-Sözlünüz nerde?
-Mısır'da.
-Siz yokken çıktığı kimse var mıdır?
-O ne biçim söz öyle? Biz batılılar gibi değiliz. Eşimizi, sözlüğümüzü başka erkeklerle gezdirtmeyiz. Biz de günahtır bu. Ama bugün ahı bilinçli Müslümanlar bilirler.
-Peki, ya erkekler soru işareti sizde sadece kızlar mı namuslu olur, erkekler namuslu olmaz mı?
-Tabii olmalı... İnancımız, namus konusunda kadına da, erkeğe de aynı ölçüde değer vermiş. "Harama bakmayın" derken kadın erkek ayırmamış. Zina yapanların cezaları da aynı. Ama maalesef bugün İngiliz sömürüsü altında olan Mısır, kızları da erkekleri de aldatmıştır. Fakat benim sözlüm müstesna bir Müslüman. Ne dinine, ne de bana ihanet eder.
Ne güzel şeydir güven. Kendisine ait bir sevgiden bahsediyordu. Ah keşke Hans da böyle olsa... Ama Hans çağdaş bir genç. Böyle fikirlere gülüp geçiyor.
İmrendim bu gence... Hans'ın da böyle olmasını isterdin... İlginç konuşmalar bitmeden ikinci caddeye geldik. Birazdan ayrılacaktık. Hiç sevmem Müslümanları ama bu genç çok kibardı. Mahsun ve kararlı duruşu dikkatimi çekiyor. Denemek için sordum.
-Okuduğun yer fakülte galiba. Alman kızlar size takılmıyorlar mı?
-Takılıyorlar tabi... Ama ben namuslu bir gencim. Namus anlayışından taviz vermem.
-Saçma!..Hangi çağda yaşıyoruz? Bu çağda insanın arkadaşa ihtiyacı vardır.
Genç biraz duraklayıp cevap verdi:
-Dikkat edin bayan Meri. İhtiyaç duyduğunuz bu ilişkiler yüzünden, yarım milyon çocuk annesiz ve babasız olarak yuvalarda sürünüyor. Siz, insan keyfine zarar vermeyecek ihtiyacı düşündüğünüz kadar, bu çocukları düşünebilseydiniz ne güzel olurdu değil mi?
-Yine bana Meri dedi. Geri zekalı mı nedir? Yoo!... Hayrat... Pısırık Müslümanlardan böylesine güzel konuşan var mıydı? Halbuki babam onlardan bahsederken midem bulanıyordu.
O gün onu okuduğu fakültenin önüne kadar götürdüm. Bana teşekkür etti. Ben de taş atarak cevap verdim.
-Bir şey değil. Nasıl olsa, arabamın bir tekerleği senin, öteki tekerlek kardeşinin, üçüncü tekerlekte öteki kardeşininmiş (!) Yani sizin arabanızla geldiniz, teşekküre gerek yok.
Gülerek oradan uzaklaştı... Akşam eve geldiğimde bir gün babamın yıllık toplantı için çalışma yaptığını, telaşlı olduğunu öğrendim annemden.
Yine çok sinirlenmiştim.
-Anne! Babam ve arkadaşları her yıl toplanıp ne yapıyorlar? İnan bana, iyice merak ediyorum.
Annem koyu bir Katolik olduğu için dinsiz olan babama çok sinirleniyordu onun için de cevabı kin ve nefret doluydu.
-Baban ve arkadaşları dünyayı dinsiz yapmaya çalışıyorlar onun için kiliseyi neredeyse yok ettiler.
-Anne! Babamın konuşmalarını dinleyebilir miyim?
-Duyarsa ikimizi de öldürür. Ayrıca etkisinde kalmaktan korkuyorum.
-Aman anne... Ben kocaman bir kız oldum. Gelecek yıl gazeteci oluyorum, hala bana güvenmiyor musun?
Annem, dinsiz olmamdan, babam gibi düşünmemden endişe duyuyordu. Ah! Ne zor şeydir bir bilseniz, Hristiyan bir anne ile dinsiz bir babadan dünyaya gelmek?..
Gerçi, 20 yıldır komşumuz olan Bay Mişel'den de biraz şüpheleniyorum. Ben daha beş yaşlarımda filandım. Bay Mişel yolumu kesmiş.
-"Biliyor musun Maria? Senin baban benim. Bunu annene sorabilirsin" demişti.
O günden sonra her zaman şüpheyle baktım babama. Anneme de soramadım. Şimdi şüpheler içindeyim. Yine de Peter babamı seviyorum tabii.
Babam Fransa'da subaymış. Buraya görevli gelmiş... Bir türlü anlayamıyorum babamın ne iş yaptığını. Ama öğreneceğim. Bu kadar zenginlik. Aldığı maaş herhalde yirmibin mark civarıdır. Annem babamın casus olduğunu söylüyor... Beni de güzel yetiştiriyor babam. Her şeyden önce beni çok seviyor. Tabii kız olup olmadığın konusunda bir şüphesi de yok. Zaten bilse de aldırış etmez.
Evimiz koca bir villa... Beş odası ve yüz elli kişilik salonu var...Sinema salonu gibi özel yapılmış... Babam bir çiftçinin oğluyken nasıl bunca malın sahibi olmuş? Meraktan çatlayacağım.
Annemden zoraki izin alıp, babamın toplantısını dinlemek için kapıya yaklaştım. Tek kelime dahi duyamıyorum... Ama duymalıyım... Ne yapar babam?
Annem mutfaktaydı, yanına gittim.
-Biliyor musun anne? Yine hiçbir şey duyamadım. Sahi kardeşim Bil nerede?
Annem kızgın ve asık suratını benden çevirerek cevap verdi:
-Bil'de toplantı salonunda. Ne olacak, onu da kendi gibi yaptı baban. Ben de çok sinirlendim bu işe. Babam beni neden almıyordu salona? Üstelik sevmediğim erkek ve kardeşim oradaydı.
Akşamüstü dağıldılar. Merakla babamın yanına koştum. Boynuna sarılarak mırıldandım.
-Babacığım! Yemin ediyorum sana çok kırılıyorum. Beni neden toplantıya almıyorsun?
Heyecanla babamın yüzüne diktim gözlerimi. Acaba ne diyecekti. Gür ve kararlı sesiyle cevap verdi.
-Sen de Hans ve Bil gibi fanatik düşüncelerinden vazgeçer ve benim emirlerimi dinlersen, görev alacaksın.
Bu cevaptan sonra üst kata çıktı. Salonun orta yerinde dona kalmıştım. Birden aklıma geldi. Hans ve Bil'den bu sırrı öğrenecektim.
Üçümüz birbirimize baktık. Sonra orta salona geçti. Avazımın çıktığı kadar bağırdım Bil'e.
-Nedir benim bilmediğim sırlar? Benden neden gizleniyor? Hani ben iyi bir misyoner olacaktım?
Bil kesik bir sesle cevap verdi.
-Sen henüz İsa'nın putlarından yardım bekleyen bir zavallısın. Çağa uyum nedir bilmiyorsun. Sana sır verilir mi?
Birden kan beynime çıktı. Masanın üzerinde duran vazoyu alıp Bil'e fırlattım.
Alçak! Yağcı!!! Bacak kadar boyunla sen sır söylenir adam oldun da konuşuyorsun öyle mi? Babama kendini kabul ettirmek için Noel Baba gibi merhamet timsali kesildin...
Ben daha sözlerimi bitirmeden Bil kahkahayı bastı.
-Baksana Hans... Sevgilin Maria örnekleri bile kilise hayallerinden veriyor. Bu kızı neden manastıra yatırmadık anlayamıyorum? Başımıza ikinci Teresa Rahibe olurdu.
Sonra bana döndü Bil:
- Kızım bu işler merhametle değil, akılla olur. Sen daha çocuksun, çocuk. Hala anlamıyorsun. Artık Hristiyanlık öldü... İslam dini de can çekişiyor. Pek yakında İslam dinini de öldüreceğiz... Bütün bunlar için akılcı yaklaşım gerekiyor. Sen git gazetecilik okulunu bitir. Papazların nasıl dilendiğini yazar, sonra onlardan cennetin anahtarını alırsın. Haa... Bir de torpil yapıp bana da alıver... Sana zahmet olacak.
Bil'in bu konuşmaları beni çıldırtıyordu. Birden annemin bizi dinlediğini fark ettim. Bembeyaz olmuştu. Ağlamaklı bir sesle Bil'e bağırmaya başladı:
-Sütüm sana haram olsun Bil! Vaftiz olduğun kutsal mabedimize, pederlerimize dil uzatıyorsun. Babanız,babanız yaptı sizi böyle. Kiliseye gidip sizi aforoz ettireceğim.
Bil küstah küstah cevap vermeden edemedi:
-Git anneciğim git. Benden de pedere selam söyle.
Annem bağırıp çağırıp tekrar mutfağa gitti.
Ben bütün hıncımı Hans'tan alırcasına bağırdım.
-sen neden bir şey söylemiyorsun Hans?! İnandığın değerlere hakaret ediliyor baksana.
-Ben ne söyleyebilirim ki Maria?Herkesin görüşü kendine. Ben Fikir özgürlüğünden yanayım. Herkes fikrini söyleyebilir.
-Ama burada fikirler söylenmiyor. Benim fikrime hakaret ediliyor. Kilise'ye hakaret ediliyor ve sen susuyorsun.
-Bak Maria,biliyorsun ben dinsizim. Bu tartışmalara karışmıyorum. Zaten bu çağda din değil,fen geçer. Bunları boş verin. Birer viski içelim... Bugün barış günü olsun.
Tartışmalar fayda vermiyordu. Onlar babamla aynı fikri paylaşıyorlardı. Onun için de babamla iyi anlaşıyorlardı.
Bir ara babam salona indi. Bil'e emir verdi:
-Bil! Biliyorsun, yarın toplantının son bölümünü yapacağız. Uşağa söyle hazırlansın. Bu defa da yirmibeş önemli adam olacak.
Demek toplantı yarında devam ediyordu. Yarın pazar... Demek bunların içinde hiç Hristiyan olan yok. Bugünkü toplantıda da Yahudi yokmuş. Çünkü, Hristiyanların çoğu pazar günü kiliseye gittiği için çalışmaz. Yahudi de cumartesi çalışmaz...Demek ki hepsi dinsiz bunların.
Çok üzülmüştüm. O geceye İsa'ya,Meryem'e, Rahibe Teresa'ya dua ettim. Annemle bana yardım etmeleri gerekiyordu. Aksi takdirde bizi yıkardı bunlar.
Birden aklıma bir fikir geldi. Yatağımdan yavaşça kalkıp mutfağa gittim... Salonda oyalandım. Yarınki toplantıya mutlaka duymalıydım. Ama nasıl yapmalıydım bunu? Anneme söyleyip onunla işbirliği yaparsam, toplantı salonuna önceden gidip gizlenebilirdim. Nasıl olsa hem Fransızcam hem de İngilizcem vardı. Biraz da Türkçe. Konuştukları sözlerin çoğunu anlardım.
Birden merdivenlerden bir ayak sesi duydum. Korkmuştum... Sanki babam içime bir mikrofon koymuşta, beni duyduğu için yataktan kalkmış iniyordu. Kim bilir bana ne yapacaktı.
Ayak sesi salona doğru geliyordu. Korkunç bir şeydi bu. Babamdan korkuyordum. Birden ayak seslerinin anneme ait olduğunu gördüm. Annem de uyumamıştı... Yavaşça yanıma yaklaştı. Fısıltı halinde:
- Maria sen de mi uyumadın?
- Evet anne. Uyuyamadım.
- Ben de kardeşinin isyanından dolayı uyuyamadım. Bir çare bulmalıyız. Bunların toplantılarının ne olduğunu öğrenmeliyiz.
- Ben de aynı şeyi düşünüyorum anne. Yarın beni toplantı salonuna saklayabilir misin? Konuşanların hepsini dinler bunların planlarını öğreniriz. Biliyor musun anne,İngiltere'den, Mısır ve Amerika'dan bile katılanlar var bu toplantıya.
-Evet bir şeyler oluyor... Yıllardır baban nerden maaş aldığını söylemiyor bana. İçimden babanı öldürmek geliyor. Bu gece neredeyse onu öldürüyordum. Hem de kendi silahıyla. Sonra afaroz olmaktan korktum.
-Sakın anne!...Babamı öldürme.
Annem bir ara:
-"ama o senin..."dedi kaldı. "Senin baban değil" diyecekti. Ama ben bunu duymak istemiyordum. Sözü değiştirdim.
-Bak anneciğim. Maria Meriyle beraber sinemaya gitti dersin.
-Çok güzel fikir. Tamam anlaştık.
O gece gidip rahat bir uyku çektim. Nasıl olsa yarın her şeyi öğrenecektim...
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Selam canlarım💫
Bölüm nasılmış? Emine ablanın yazım tarzını çok seviyorum. Betimlemeler fln çok iyi. Maria karakteri benim için çook özel. Maria ile ilgili vir kitap yazmayı düşünüyorum. Ama bu maria değil. 1260 yılında doğan Maria🤪👌💓💫
Aynı zamanda başka bir kitap yazmayı da düşünüyorum. İlk kitabım Hayal Cenneti'nin şimdi ki versiyonu gini birşey. Daha çok şiir,mesajlaşma fln olacak gibi. Hayırlısı, bakalım.
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşçakalın!💫💫Bu arada sizce Maria o toplantıda neler duyacak? Yorumlara yazın lütfen 💓🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARİA
General FictionMaria,maria işte.... . . Kitabın yazarı Emine Şenlikoğlu'nun izni dairesinde yazılmıştır. İzin alınmadan paylaşılması yasaktır. . . . . . . . Uzun uğraşlar sonucu kitap tamamlanmıştır. Okuyan herkese teşekkür ediyorum. M. Maviş