MEHMET'İMDEN HABER VAR

46 9 5
                                    

*Arkadaşlar bu bölüm çok uzun olacak. Bu güzel bölümü bölmeyeceğim. Bilginize*
MEHMET İMDEN HABER VAR

  Fikriye'den sonra bir müddet kendime gelemedim. Ölmüştü Fikriye. Ama benim ölümümü istemeden ölmüştü. Yaver Muzaffer'e vermiş Mehmet'in ismini.
  İşte Yaver Muzaffer'den mektup.
  "Bayan Maria... Fikriye vasıtasıyla bize gelen arzuhalinizi yerine getirdik. Mehmet İzmir'de ilk öğretimde öğretmen olarak çalışıyor.
  İşte adresini size arz ediyorum."

  Aman Allah'ım! Bu ne sevinç? Adeta uçuyordum... Hemen hazırlandım... Mehmet'imi görecektim... Evet onu görecektim.
  Delicesine koşar gibi terminalden İzmir otobüsüne bindim.
  Aman Allah! Bu otobüste neden hızlı gitmiyor, neden duraklıyor? Beni anlamıyor bu yollar. Anlamıyor otobüs. İki gün sonra İzmir'deydik.
  Adresi ve Mehmet'in görev yaptığı ilkokulu buldum. Henüz kimse gelmemişti. Oturdum okulun bahçesinde beklemeye başladım. Saat sekizde başlıyormuş dersler.. Henüz saat yediydi. Allah'ım geçer miydi bu bir saat!?
  Beklerken aklıma kötü kötü şeyler geldi. Ya evlenmişse Mehmet!? Ya evlenmişse? "Ne yapalım, oldu bir defa" derse?.
  Acaba ben de Fikriye gibi intihar eder miydim. Yooo... yoo... İmkânı yok... Evlenmiş olamaz. Peki beni neden aramamış olabilir? Bari görünce mahcup olacak mı? Beni görünce kızarmayacak mı? Yerlerin dibine batmayacak mı?
  Ama neden batsın! O mutlaka beni aramıştır. Kim bilir o da benim için ne kadar ağlamıştır.
  Ben bunları düşünürken, okulun hademesi yanıma geldi!.
 
  -Bir şey mi soracaksınız?
  - Evet.. Birini bekliyorum.
  -Siz... Siz Türk değilsiniz.
  -Evet değilim. Buraya yabancı giremez mi?
  -Girmez olur mu hiç. Bizim ülkemizde yabancılara kapılar daha nazikçe açılır. Nereden geliyorsunuz?
  -İstanbul'dan. Otobüsten yeni indim.
.- Oo!.. O halde sizin karnınız da acıkmıştır. Gelin size, benim hanım bir kahvaltı hazırlasın.
  -Teşekkür ediyorum. Sağolun.

  Kendi kendimden utandım. Bu insanlar bana nasıl davranıyor? Halbuki ben onlara kötülük yapmak için gelmiştim buralara. Ama şükürler olsun ki yapmadım. Bu milleti yıkmaya çalışmanın hiç bir yerinde insanlık görmüyorum.
  Gittim... Beni çok güzel karşılayan hanımı hemen kahvaltıyı hazırladı. Bir de küçük çocukları vardı. İsmi Fadime.
  - "Sen bizde mi kalacaksın? O halde bana bir bebek yapar mısın?" deyince yüreğim burkuldu. Bu çocuklara güya uygar olan bizler, bebekler değil, kurşunlar hazırlıyorduk. Kararımı vermiştim. Müslüman olup onların safinda çalışacaktım.
  Ev sahipleri benimle konuşurlarken ben hep Mehmet'i hayal ediyordum.
  Ona:
  -Mehmet, sen istersen hemen Müslüman olacağım.diyeceğim. O da buna çok sevinecekti. Hep onun sevincini
görüyor gibiyim.

  Nihayet saat sekiz oldu. Hemen okulun kapısına çıkıp sordum. Henüz gelmemiş.
  İşte! İşte O!! Geliyor. Aman Allah'ım hiç değişmemiş.
  Birden o da beni gördü... Çarpılmış gibi durakladı... Sonra koşarcasına bana doğru gelmeye başladı. Tam yanıma geldiğinde durakladı.
  -Hoş... Hoş geldin Maria!
  - Hoş bulduk...
  - Beni nasıl buldun Maria?
  - Bana Maria'm demiyorsun neden?
  -Hoş gör, şaşkınım. Kalbim nerdeyse duracaktı.
  - Ne oldu Mehmet'im? Beni neden aramadın?
  -Gel şurda oturalım da anlatayım.
  -Neyi anlatacaksın?
  - Seni neden aramadığımı
  -Nee! Sen beni aramadın mı?
  -Aramadım.
  -Neden? Neden aramadın? Sen miydin beni ölesiye sevdiğini söyleyen.
  - Evet bendim. Ama seninle olmazdı Maria. Seninle kafa yapımız çok farklı.
  -Demek ki bunun için öyle mi? Ama şimdi duyacağın haberle şok olacaksın.
  - Ne haberi?
  -Senin beklediğin haber.
  - Söyle çok heyecanlandım.
  - Ben! Ben!!
  -Evet sen?..
  - Heyecandan söyleyemiyorum.
  -Söyle merak ettim.
  -Ben de müslüman oluyorum. Artık hiç bir problemimiz olmayacak.
  - Neee?! Müslüman mı oluyorsun?  
  -Evet... Evet... Hemen olurum istersen kendimi çok iyi hazırladım.
  -Maria! Ben müslüman değilim ki
  - Neee?! Sen müslüman değil misin?  
  -Hayır değilim. Ben Ateistim.
  -Se... Sen... Yani dinsiz misin?
  -Evet. Ben çağdaş, demokrat bir Kemalistim.
  -Hayır olamaz... Yalan söylüyorsun!
  - Doğru söylüyorum.
  -Sen... Bambaşka bir ülkem olacak. Rüyalar gibi dediğin sistem, ateist bir sistem miydi?
  -Evet ama....
  - Modeliniz nedir? Avrupa mı?
  - Evet... Evet Maria. Bir gün Avrupa gibi olacağız.
  - Yani benim geldiğim ülke yönetimini buraya getireceksiniz öyle mi? Bu temiz insanlardan, namus şeref duygusunu atacak, Hans gibi, sevgilisini bir başka erkeğin kollarına veren, su yerine içki içen, nikâhla alay eden, gayesi Müslüman ülkeleri ele geçirmek olan Avrupa'yı buraya taşıyacaksınız öyle mi?
  - Kendi ülkeni beğenmiyor musun?
  - Sen kendi ülkeni beğeniyor musun?
  - Ben çağdaş bir dünya istiyorum.
  - Senin o çağdaş dediğin dünyada din yok, bunu biliyorsun değil mi?
  -Biliyorum. Din bize engeldir.
  - Ama hangi din?
  - Fark etmez. Bütün dinler aynıdır.
  -Hayır. İslâmla öteki dinleri karıştırma.
  Adeta çarpılmıştım.
  -Mehmet!
  -Efendim?
  - Bana vaad ettiğin ülke, benim içinde yaşadığım sistem miydi?
  - Evet... Ta kendisi.
  -Mehmet! Seni tanıyamıyorum, gerçekten sen benim aylardır aradığım, sevdiğim Mehmet'misin?
  -Ben hep aynı oldum.
  -Değmezmişsin be Mehmet? Yazık göz yaşlarıma. Çok yazık.
  -Böyle konuşma Maria. Ben seni sevdim.
  -Kendi milletinden nefret eden, kendi varlığından,kendi dininden utanan sen, beni sevsen ne olur? Yazık, çok yazık! Sen miydin benim her şeyim? Meğer sen hiç bir şey değilken, ben seni herşeyim yapmışım. Kendi dünyamda seni büyütmüşüm.
  - Bana hakaret etme Maria!
  -Hakaret mi? Şu anda seni öldürsem bile doyamam.Taklitçi adam sende... Benim gibi aptalda seni bir şey sanmış.
  Hemen ayağa kalktım.
  -Herşey bu kadarcıkmış. İste bitti. Hadi hoşçakal Mehmet.
  -Maria, dur biraz konuşalım.
  -Senin konuşacak kendine has bir şeyin olduğunu sanmıyorum. Benim ülkemdekileri bana anlatacaksın. Onları duymaya gerek bile duymuyorum. Çünkü senin çok üstün bir sistem, yüce bir fikir dediğin Batı Medeniyeti'ni ben yaşadım. Sen o medeniyeti kime mal edersen et. Yerli değil fikrin. Hepsi Avrupa'dan toplama. Elekçi gibi kanun toplamış, sonra da o topluma maddelerle karşıma geçip övünüyorsunuz.
  -Yanılıyorsun.
  -Lütfen sus! Hangisinde yanılıyorum. Laiklik konusunda mı yanılıyorum? Onu Avrupa'dan aldınız. Demokrasi mi? O da ordan gelme. Kıyafetiniz mi? O da ordan. Kendi takviminizi bile bırakıp, bizim takvimimizle övününüyorsunuz. Dün savaştığınız ülkelerle, güzellik yarışmaları adı altında kızlarınızı soyup, onlardan ödül almak için yarışıyorsunuz... Hani senin fikrin, size ait olan şeyler? Nedir söyler misin?
  -Kemalizm.
  -Kendini aldatıyorsun. Kemalizm diye bir fikir akımı bu ülkede göremiyorum. Gördüğüm her şey batıdan gelme. Kendinden utanan sen... Kompleksinden dolayı İslâmı bile bırakmışsın. Zavallı mahlûk!
  -Ne yani, Osmanlılar'ın yaptığı gibi ülkeyi düşmana mı verseydik?
  - Kimler o düşman dediklerin? Kendilerine hayran kaldıklarınız mı?
  Ben yabancıyım diye beni birşey bilmiyor mu sanıyorsun? Lozan'da verilen toprakları, sizin halkınız bilmez ama ben biliyorum... Zaten topraktan daha önemlisi var. Keşke sadece toprak verseydiniz. Siz şerefinizi verdiniz. Ama bunun farkında bile değilsiniz!
  -Sen ne biçim konuşuyorsun Maria? Sen bunları nereden, ne zaman öğrendin? Beni şaşırtıyorsun.
  -Evet, sen de beni şaşırttın. Hem de çok şaşırttın Mehmet. Beni mahvettin.
  -Ama sen çok farklı şeyler söylüyorsun. Adeta bilinçli bir müslüman gibi. Ben ne burada ne de müslümanlar arasında senin gibi eleştirmen, İslâm lehine konuşan kimse görmedim.
  -Bu benim için şereftir. Aylardır birşeyler okuyorum. İslâmdan bir kaç hüküm öğrendim. Allah'ın sözlerinden bir kaç söz öğrendim.
  -İslâmı ben de biliyorum Maria.
  -Sen mi? Beni güldürme. Dur sana çantamdan bir mektup çıkartayım, ordan sana birkaç tane Kur'an okuyayım. Yani Allah'ın sözünü.
  "Gerçek şu ki, yer yüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizde mürekkep olsa, sonra yedi deniz daha ilave edilse, Allah'ın kelimeleri yazmakla bitmez. Şüphesiz ki Allah'ı hiç bir şey aciz bırakamaz. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir." (Lokman: 27)

MARİA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin