Her şeyim hazırlandı. Trenle yarın saat onbir de hareket ediyorum...
Sevinçten uçacak gibiydim. Mehmed'imi görecektim. Mehmed'im seni nasıl özledim bilsen... Sen olmasan ben ne yaparım?
Birden aklıma Abdulvahhab geldi. Ne olursa olsun onu bulacak veda edecektim. Çok geçmeden buldum onu:
- Merak etme. Beni son görüşün olacak, gidiyorum. Arsızlığımı bağışla. Sana veda etmeden gidemedim.
-Sağol. Beni düşündüğüne sevindim.
-Ay sen mi? Bırak Allah aşkına. Sen de o göz var mı?
-İnan doğru söylüyorum. Demek gidiyorsun?
- Evet. Hem de yarın onbirde.
-Müslüman oluşunu göremiyeceğim demek?
- Öyle.Belki de olmam.
-Olursun. Senin ruhun zaten müslüman. Bir kalbinle aklının müslümanlığı eksik.
-Teşekkür ederim. Sağolasın.
-Biliyor musun. Dün gece Selva'mi rüyamda gördüm. Bana bir mektup verdi. Mektupta sana selâm yazıyordu. Rüya ama beni çok etkiledi.
-İlginç... Neyse gideyim artık. Sizin ülkeniz sayılır Türkiye'de. Müslüman ülke. Çok merak ediyorum müslümanları. Bakalım onların arasında kendimi nasıl hissedeceğim?
-Bana yaz olur mu ?
- Tabii yazarım.
-Mehmet'e benden çok çok selam söyle. Sana kavuşmasını, benim müslüman oluşuma borçlu olduğunu bilsin.
-Ne demek o?
-Aman kocaman bir saçmalık boşver.
-Benim gidişime sevinmişsindir.
Gözlerini yere dikerek cevap verdi.
-Hıııı. Çok seviniyorum... Nasıl da anlayıverdin hayret.
-Anlaşılmayacak gibi değil ki.
-Neyse bu konuya girmeyelim.
-Doğru... Sen günaha giriyordun. Yok be Abdulvahhab. Sen, senin zannettiğin gibi değilsin bana karşı. Öyle olsaydı, benim gidişime izin vermez. Beni de Mehmed'e bırakmamak için elinden geleni yapardın.
-Ben başkasının sözlüsüne ne karışırım, sen ne saçmalıyorsun? Neyse kavga etmeyelim.
-Doğru son görüşmemiz olacak.
-Allah bilir.
-Birazda belli ama. Ben Mehmet'le evlenip orada kalacağım.
-Tabii orda kalmalısın. Türkiye'de müslüman kalmışsa benden selam söyle(!)
-Ama sen ağlıyorsun.
-Selva'm aklıma geldi ona ağlıyorum. Sana da çok alışmışım. Sen gidince çok yanlız kalacağım. Bunu şimdiden hissediyorum. Ama böylesinin çok daha hayırlı olacağından eminim.
-Peki hoşcakal. Çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir dostsun. Seni unutmayacağım.
- Yeter... Git artık...
Arkasını dönüp yürüdü. Ağladığı her halinden belliydi. Büyük bir hüzünle ayrıldım ondan.Ertesi sabah herkesle vedalaşıp trene bindim... Annem, babam... Arkadaşlarım hepsi beni uğurlamaya gelmişlerdi. Deli miyim neyim? Gözlerim Abdulvahhab'ı aramaya başladı.
"Bir kızla bir erkek sık sık görüşmemeli. Görüşürse aralarında farkına varmadıkları bir yakınlık oluşur.Onun için dikkat ediyorum" demişti.
Aman Allah Ben Mehmet'ime nasıl ihanet ediyorum?... Tanrım beni koru. Ona olan aşkım çok temiz olmalı. Emi- nim onunki de bana karşı çok temizdir.
Tren kalktı kalkacak. Kahrolası gözlerim onu arıyor. Ne olur şuralardan bir kez daha görsem. Ben onu kötü kalple sevmiyorum ki.. Kardeş gibi... Arkadaş gibi...
Çok baktım... Ama gelmemişti. Trenin acı düdüğü ile umutlarım kaybolup gitti.
Trende tam pencere dibindeki koltukta oturdum. Tamkarşımda, kumral saçlı bir genç kız oturuyordu..
-Merhaba.
-Merhaba.
-Yolculuk nereye?
-Türkiye'ye.
-Ya sizinki?
-Benimki de.
Onunla saatlerce konuştuk. Birden aklıma geldi.
-Ay!.. Ben sizin isminizi bile bilmiyorum..
- Benim ismim Fikriye. Ya senin ki?
-Benim ki Maria... Nerde oturuyorsunuz?
- Ankara'da. Siz Atatürk'ü tanır mısınız?
-Aaa onu kim tanımaz.
-İşte onunla kalıyorum....
-Anlamadım nasıl?
-Yani Ankara Çankaya Köşkün'de oturuyorum.
-Nasıl olur? Atatürk'ün karısı mısınız?
-Hayır ama olacağım. Benimle evlenecek. Birbirimizi seviyoruz.
-Asla inanmam buna.
-İnan doğru söylüyorum. Ona deli gibi aşığım.
Hayret, daha tanışalı üç saat olmuştu ama derdini döküyordu. Kendisi de fark etmişti bunu.
-Bende amma boşboğazım. Hemen sizi özel konularımla rahatsız ettim.
-Sakın öyle düşünmeyin. Ben çok şaşırdım. Ayrıca memnun da oldum.
Sizinle arkadaş oluruz.
-Çok memnun olurum. Ankara'da her sırrımı dökemiyorum. Bizim ülkemiz henüz bazı yobazlıklardan kurtulamadı. Atatürk'ün bir sevgilisi olmasını suç kabul ederler diye Paşamla şöyle bir kolkola gezemedim.
-O da mı normal görmüyor?
-Görmez mi? Paşam, çok modern görüşlüdür. "Halk henüz buna hazır değil" diyor. Ama önemli değil. Nasıl olsa yakında evleniriz.
-Ya sizi almazsa?
-Olur mu? Onunla yatağımı paylaşıyorum. Kadın haklarını koruyan adam beni aldatır mı? Buna imkân yok. Düşünsenize kadını korumak için, karısının üzerine bir kadın daha almak isteyenlere bunu yasakladı. Neden? O kadın ağlamasın, üzülmesin diye. Ben de bir kadınım. Beni hiç ağlatmaz. Üstelik ona canını verebilen bir genç kadın... Genç kız... Onun için ondan hiç endişe etmiyorum. Ama annesi beni korkutuyor. Beni sevmiyor.
-Ama, Atatürk umut verdiği bir kızı, bir kadını, "başka bir kadın istemiyor' diye ezdirmez sanıyorum.
-Tabi ezdirmez. O bir tanedir.
-Doğrusu atanızı çok merak ettim. Uygarmış... Bir de ülkeniz insanlarına "barbar" derler.
-Doğru barbarda çok. Ama yavaş yavaş hepsini düzelteceğiz. Tam bir Avrupa gibi yapacağız?
-Çok zekisin. Bütün Türk kızları senin gibi zeki midir?
-Hemen hemen. Dışarda okuyan herkes benim gibi düşünüyor.
- Çok memnun oldum. Ben de bir gazeteci olarak ülkenizde hizmet vermekten memnunluk duyacağım.
-Sizi atamla tanıştırırım. Çok memnun olur.
-Ay vallahi şimdiden heyecanlandım.
- Seninle mektuplaşırız. Arkadaş oluruz. Telefonlaşırız.
- Çok iyi olur. Aman tanrım, ne kadar sevindim bilemezsin. Babama yazacağım bunları... Hayretten hayrete düşecek.
-İstanbul'da arkadaşın var mı?
-Sevdiğim genç var. Onunla evleneceğiz
- Bir Alman kızı bir Türk genci. Aranızdaki kültür farkı ne olacak? Genç, modern gençlerden mi bari?
- Evet modern sayılır. Ama benim katolik olmam onu çok rahatsız ediyordu, artık katolikte değilim. Galiba müslüman olacağım.
-Aaa!! Sahi mi?
- Evet... Düşünüyorum.
- Ne kadar ilginç, bizim müslüman genç kızlar size, sizde bize mi özeniyorsunuz?
-Aaa! Siz de mi müslümansınız?
-Tabii.
-Hayret... Aynen bize benziyorsunuz. Müslümanlıkta sizle biz aynı mı oluyoruz?
-Benim paşama borçluyuz bunu. Paşam müslüman kadının tıpkı Avrupalı kadınlar gibi olmasını istiyor. Yobazlarla da savaşıyor. Her şey zamanla hallolacak.
-O halde şu anda ben de müslüman sayılıyorum demektir. Madem ki arada bir fark yokmuş. Ne güzel. İkimizde aynı giyiniyor, aynı düşünüyoruz. Çağdaşlık... İlericilik... Bunlar güzel bir birlikteliktir.
Onunla çok güzel bir arkadaş olduk... Benimle İstanbul'da bir gece kaldı. Ertesi gün evi yerleştirmeye de yardım etti. Ama "Atamı çok özledim. Daha fazla dayanamıyacağım" diye gitti... Çok sevecen, hoş görülü, yüreği yangın bir kızdı. Tıpkı benim gibi.
Fikriye Ankara'ya hareket eder etmez, bende Mehmet'in adresini alıp soluk soluğa ona gittim. İşte işte buldum, adresi. Şu sarı bina. İkinci kat.
Aman Allah'ım kalbim duracak! Ya Mehmet ne yapar kim bilir?
Beni getiren paytoncuya ücretini verip "gidiniz" dedim. Mehmet bu günlerde geleceğimi biliyor mutlaka evdedir... Aman Allah'ım bu ne heyecan!!! Nerdeyse yıl oldu onu görmeyeli. Neden böyle oluyorum?
Dizlerimde can kalmadı... Zorla ikinci kata çıktım... Titreyen ellerimde parmaklarım yok gibi gelmeye başladı bana. Zile zoraki basıyorum... Karşımda bir hanım...
-Buyrunuz efendim.
- Mehmet'i arıyorum da, evde mi?
-Bu ev de Mehmet diye biri yok yavrum. Haa... on gün önce taşınan aileyi soruyorsun. Onlar gittiler. Onların bir Mehmet isminde oğulları vardı. Öğretmenlik yapıyordu.
-Nasıl yani? Şimdi size nereye gittiklerini söylemediler mi?
- Hayır yavrum.
-Ama olamaz bu. Belki unutmuşsunuzdur. Mehmet benim geleceğimi biliyordu. Ailenizde başka fertlere not bırakmıştır. Ne olur sorun.Bana bu ihaneti yapamaz!
- Yok yavrum. Olsa ben bilirdim.
Oracığa oturup yığılıp kalmışım. Biraz kendime geldiğimde kadın beni içeri aldı, su verdi... Kolonya döktü. Ama ben hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Demek kendime gelmeye başlıyorum ki ağlayabiliyordum. Ağlayabilmek, şokun bir adım berisindeyim demektir.
Kadına olup bitenleri anlattım. Çok üzüldü. "Buraya uğrarlarsa söylerim" dedi. Tekrar, caddelerine yabancı olduğum İstanbul sokaklarında delice geziyor, bir taksi arıyordum. Kendimi zorla eve attım. Evime geldiğimde benimle kalacak olan Suzi'yi buldum evde. Bana sarıldı... Benim perişan halimi görüyordu. Ona da anlattım.
-Nasıl yapar... Bunu bana nasıl yapar? Hani beni dünyaya değişmezdi? Hani bensiz ölürdü?
Yok canım... Mutlaka bu işte bir bit yeniği vardır...
- Aaa! Bir erkek için bunca göz yaşı değer mi canım?
Senden güzelini görünce seni unutur bile... Değmez... Erkekler için ağlayan aptal, kadınlar için ağlayan salaktır.Daha doğrusu, kimse için ağlamaya değmez.
- Ama o kimse değil. Benim Mehmet'im.
-Boşver Mari boş ver. Bu dünyada hiç kimse sonsuza kadar kimsenin değildir.
-Sen aşka inanmıyor musun?
- İnanıyorum. Ama "aşk bitmez" diye inanmıyorum. Sebepler olursa her aşk biter. Kimse aşkı ilâh gibi görmemeli.
- Sen kin dolusun.
-Evet... Bir zamanlar bende senin gibi düşünüyordum. Kemal'i çok sevdim. Ölesiye. Aptalmışım meğer Ben onu ölesiye severken, o beni o kadar rahat terk etti ki, günlerce kendime gelemedim. Hem de olmadık ithamlarla dolu bir mektupla bitirdi her şeyi. Evet bir mektup, sadece bir mektup. İşte onun gözünde ben, sadece bir mektup değerindeydim.
-Ama Mehmet başka. Mehmet benden kaçmaz. Niye kaçsın ki?! Ben onun canıyım.
-Bırak şu saçmalıkları. Kimse kimsenin canı değil,canım. Kendimizi aldatmayalım...
-Hayır. Ben kendimi aldatmıyorum. Mehmet beni bırakıp kaçamaz.
Evet kaçamaz diyordum, ama aradan günler geçmiş hâlâ Mehmed'imi bulamıyordum. Çok sıkılmıştım. Oturup Abdulvahhab'a, anneme ve babama mektup yazdım.
İlk olarak Abdulvahhab'a yazmaya başladım.
"Sevgili arkadaşım, canım dost, buraya geldiğim günden beri sarhoş gibi geziyorum. Bir anormal halim var, görsen şaşırırsın. Onun için saçmalarsam hoş gör.
İstanbul tıpkı Avrupa gibi değil, ama çok yakın. Burada farklı bir dünya bulacağımı sanıyordum ama insanların görünüşü, bize çok özeniyorlar.
Sana bir müjdem var. Atatürkün sevgilisiyle tanıştım. Hala daha inanamıyorum. Avrupa da tahsil yapmış Çok temiz ve güzel bir kız. Tıpkı benim Mehmed'i sevdiğim gibi, oda Ata'yı seviyor. Ona çok güveniyor. Haa Mehmet dedim de aklıma geldi. Gerçi aklımdan da çıkmıyor ama... Her neyse, ne dediğimi bilemez oldum. Mehmet'i bulamıyorum. Her yerde arıyorum. Ne olur oralara mi geldi? Bir zahmet bana onu buluver... Onsuz buralara sığamıyorum. Ne olur beni herkesten iyi anlayan sensin Bana yardım et. Fikir ver. Beynim tamamen durdu çünkü... Kendimi buralarda yapayanlız hissediyorum.
Evime gelince. Laleli'de Sedabadi Sokakta oturuyorum. Çok güzel bir ev. Birde arkadaşım var. Suzi... Çok iyi arkadaş... İstanbul coğrafi olarak çok güzel bir yerde ve güzel bir şehir. Ama halkı tam olarak anlamam mümkün değil.
Ee başka ne yazayım? Seni özledim desem, bana ki kızarsın. Haa.. Burda müslümanları gördüm. Benden fazlaca farklı değiller. Demek bende müslüman sayılırım. O yüzden artık dini bir problemim yok."Babama da bir çok bilgi verdim. Kendimde değilim ama, yine de kendimi anlatmaya çalıştım hayret
......
.
.
.
.
.
.
Selam arkadaşlar;
Bu bölümde bitti. Hedefim kitabı en kısa zamanda tamamlamak. Yedi bölüm kaldı. En fazla bir hafta sonra kitap biter inşaallah.
Sağlıcakla kalın hoşçakalın 💫🦅🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARİA
General FictionMaria,maria işte.... . . Kitabın yazarı Emine Şenlikoğlu'nun izni dairesinde yazılmıştır. İzin alınmadan paylaşılması yasaktır. . . . . . . . Uzun uğraşlar sonucu kitap tamamlanmıştır. Okuyan herkese teşekkür ediyorum. M. Maviş