DAKİKALARIN HER BİRİ KURŞUN

55 19 1
                                    

*Bölüm biraz kısa olduğu için bir sonraki bölüm olan "Beş Gün Sonra" yı da bu bölüme yazacağım. İyi okumalar ✨

  -Seni anlamıyorum ben. Ben dertleşmek istiyorum. Arkadaşlarıma açsam derdimi benimle alay ederler. Sen de böyle yapıyorsun.
  -Ne yapıyorum size Maria hanım?
  -Bak yine resmi konuşmalar başladı. Dün "sen" diyordun, bu gün "siz" diyorsun.
  - Fakat beni şaşkına çevirdin. Bir anda kırk yıllık arkadaş gibi oluverdik. Senin psikolojik durumunda beni etkiledi.
  - Ben seni kendime çok yakın hissediyorum. Seni en yakın arkadaşımdan daha candan, daha içten görüyorum. Seninle bir kahvaltıyı bile bana çok görüyorsun. Bu nasıl dostluk Abdulvahhab?
  -Anlayamazsın Maria. Bak yine kahvaltını geldin karşımda yapıyorsun. Neden benim yaşam tarzıma saygı göstermiyorsun?
  - Aman, sende bir tuhafsın. Seni yemedik ya!! Bana Mehmet'ten bahseder misin? Sence Mehmet benimle evlenir mi?
  - Bilmiyorum. Her aşık "aşığım, ölüyorum" diyen aşkından ölse, dünyada insan kalmazdı.
  - Peki, sen Mehmet'in yerinde olsan beni alır mıydın?
  -Hasbin Allah... Bu ne biçim soru Maria?
  - Canım meselâ dedim. Bu meselâ da mı günah?
  - Maria! Çok samimi konuşmalar benim için iyi değildir. Bir genç kız böyle soru sormamalı bir erkeğe.
  İyice sinirlenmiştim.
  -Amaaan!.. Sende ileri gidiyorsun ha! Ne varmış bu sorumda? Sende bana aşık olmaktan mı korkuyorsun anlamıyorum.
  -Anlayamazsın... Aşık olma korkusu değil bu... İnancıma ters düşüyor, inancıma. Hem ben kimseye aşık olmam zaten. Benim dünyaya değişmiyeceğim Selva'm var. Ona en ufak bir ihanette bulunamam. Kıyamam Selva'ma. O benim her şeyim.
  - Ne güzel sevgi... Ne olurdu Mehmet'te beni böyle sevseydi!.. Senin sevgine imreniyorum. Bana Selva'yı nasıl tanıdığını anlatır mısın? "Sözlüm" diyorsun, "nişanlım" diyorsun ne dediğin belli değil ama, nasıl tanıştığınızı merak ediyorum.
  -İslâma göre sözle, nişan aynı şey demektir... Nasıl tanıştığımıza gelince; anlatayım ama bundan sonra daha dikkatli olacağız tamam mı? Benimle sadece mektupla bağlantı kuracaksın.
  - Yapma be Abdulvahhab! Bunaldıkça sana geleyim ne olur. Seninle konuşmak beni rahatlatıyor. Anla beni Tanrı aşkına. Şu dünyada kendimi yapayanlız hissediyorum.
  -Anlıyorum... Zor durumdasın.
  - Teşekkür ediyorum bu ince düşüncene. Hadi Selva'yı anlat.
  -Doğrusunu istersen bende ondan bahsetmekten çok hoşlanıyorum. Madem ki istiyorsun anlatayım.

  Ben daha o zamanlar dini tanımıyordum. Ülkemizi istila eden İngiliz kültürüne özenmiştim. Onlar gibi inanıyor, onlar gibi eğleniyordum. Artık kendi müziğimizden bile kompleks duyuyor, müslümanım demekten utanıyordum. Senin bu gün normal gördüklerini bende o gün normal görüyordum.
  İçki, fuhuş hepsi vardı. Ne olduysa onu gördüğüm gün oldu. Çok güzel örtünmüştü. Ben ve ikisi kız üç arkadaş Nil boyunda eğleniyorduk. Biraz ötemizde de Selva ve ailesi çadır kurmuşlar dinleniyorlardı. Selva'yı görüyorduk. Bizim biraz ötemizden geçip su almaya gidiyordu. Onunla dalga geçiyorduk. İngiliz kültürü bizi öyle uyutmuş, öylesine uyuşturmuştu ki, İslâmı yaşayan, kendi din kardeşimizle alay ediyor, İngilizler gibi olanları ileri görüşlü diye adeta alkışlıyorduk... Ne korkunç duruma düştü müslüman gençlik... Onların safından, kendi safını bombalıyordu.

  O gün yine suya gitti Selva... Yanımızdan geçti. Dönerken arkadaşım Muhammet, Cemile, Nova ve ben onunla alay ederek eğlenecektik. Görevi ben üstlendim. Hemen yanımızdan geçerken seslendim.  
  -Nine! Bize biraz su verir misiniz?
  Hiç düşünmeden:
  -Tabii. Bir kap verin vereyim dedi.
  -Siz, insanları sulamaktan çok mu hoşlanırsınız.
  -Hayır. İnsanları sulamak o kadar hoşuma gitmez. Çünkü insanlar susadıklarında su arar ve bulurlar. Ama hayvanlar böyle değildir. Onun için, ben hayvanları sulamaktan çok hoşlanırım.  
  Birden hepimiz bozulmuştuk.
  -Ne yani bizi hayvan mı yaptın?
  -Hayır be yavrum. Nine olduğum için gözlerim pek seçemiyor. Senin yanında hayvanda mı var?
  -Bize bir su verdin ama burnumuzdan getirdin. Sen insanlara yaptığını böyle başa mı kakarsın?
  -Hayır. Asla insanlara yaptığım iyiliği başa kakmam. Ama karşımdaki, dışıyla insan olduğu gibi içiyle de insan olursa...
  Beynimi bomba ile parçaladılar zannettim... Bize "iyi günler" deyip uzaklaştı. Cemile çok içerlenmişti. "Bu şıllık kıza bizi mars etmek neymiş soracağım"dedi.
  Erkeklerin yanında küçük düşürülmüştü. Bizde kızların yanında rezil olmuştuk. Hemen onların çadırına yürüdük. En azından ona birşeyler söyleyip deşarj olacaktık, karşımıza yine o çıktı. "Buyrun... Saman mı istiyorsunuz?" demez mi? İyice sinirlenmiştik.
  -Bana bak! Sen kendini ne sanıyorsun?
  -Ben kendimi sanmıyorum, eminim insanım ben. Hemde müslüman bir insan. Ülkesini sinsice elinden alan, gaspçı, emperyalist zalimlere özenmiyecek, kendi inancından dolayı gururla ayakta duracak kadar şerefli bir müslümanım.
  -Biz neyiz? Biz gavur muyuz?
  -Sizler önce insan olun. Bu konuyu
sonra tartışırız.
  - Sen kimsin ki bize hakaret ediyorsun?
  -Siz kimdiniz ki, günlerdir benimle alay ediyordunuz. Ülkenizi, şerefinizi elinizden alan İngilizlere peşkeş çekip, onlara böyle olurken, ben sadece müslümanım diye bana yaptıklarınızdan sonra size insan denir mi? İnsanlık bu kadar alçaltılamaz. Başka bir diyeceğiniz var mı?
  Biz ne diyeceğimizi şaşırmıştık. Zoraki konuştum.
  - Sen bizi yanlış anladın?
  -Anlayışımı yargılayacak kadar şahsiyet sahibi olduğunuzu sanmıyorum. Hadi gidin, ingiliz çiftliklerinde size yer var mı onu arayın.
  Aman bu ne müthiş bir kızdı. Bizi çamura batırmış batırmış bir daha çıkarmamıştı.
  İçimizde en çok kızan Cemile'ydi. Ağlayarak geri döndü.
  -Söyler misiniz? Bizim ülkemize İngilizler zorla girmediler mi? Bizi dinimizden onlar ayırıp, çağdaşlık adına, şu bira şişelerini elimize onlar vermediler mi? Neden biz. Bu genç kıza küçük gözlerle bakıyoruz. Neden, neden? Susmayın söyleyin. Bu kızın neresi haksız? Bizim hayvandan ne farkımız var ha? Günlerdir onunla dalga geçiyor, bizi anlamıyor sanıyorduk. Utanıyorum. Şu halimize bakın... Hepimizde kotlar... Blucinler... Biz İngiliz miyiz?
  Hüngür hüngür ağlıyordu Cemile:
  -Allah'ım! Bizi affet... Bizi kendine yönelt... Şu genç kız gibi olmak istiyorum, beni onlara benzet.  
  İğreniyorum... İğreniyorum bu medeniyetten... Kurtulmak istiyorum. Beni kurtarıın!!! Kurtarın beni.
  Hepimiz yine şok olduk. Nil boyu Cemile'nin sesi yankılanıyordu.Birde baktım Selva geliyor. Duymuş Cemile'yi. Hemen geldi, Cemile'nin boynuna sarıldı... İkisi de ağlıyordu... Selva'nın hüzün dolu sesi ruhumu kaplıyordu.
  -Kardeşim! Bizi bir birimizden ayırdılar mı? Biz oyuna mı getirdiler canım?.. Biricik canım kardeşim üzülme. Bundan sonrası için daha farklı oluruz. Kardeşlik bağlarımızı yenileriz. Sımsıcak bir ruhla bağlanırız birbirimize.
  Cemile'ye sarılırken, Selva'yla bir defa göz göze geldik. Aman Allah'ım ne müthiş gözlerdi!.. Kararlı, vekarlı ve bilgi yüklüydü sanki. Hemen gözlerini benden çevirdi... Ama benim ruhum ve gözlerim ondan bir daha çevrilmedi. Müthiş bilinçli, kendinden emin konuşan Selva'yı hep takip ettim. O gün ilk işim içkiyi bırakmak oldu. Namaza başladım. Dini kitaplar okumaya başladım. Tam bir müslüman gence benziyordum artık. Cemile'yi de o günkü konuşmalar çok etkiledi. O da çok güzel dindar bir kız oldu... Kapandı... Okudu, Selva'yla arkadaş oldu. Ben her gün Selva'ların evinin önünden geçmeye başladım. Üç ay hiç göremedim. Ateşler gibi yandım. Üç ay sonra Kahire'de bir mağazadan çıkarken gördüm. Koşarak yanına gittim.
  -"Merhaba Selva. Ben Abdulvahhab. Beni tanıdınız mı?" dedim.
  - Bir şey mi soracaktınız?
  -Ben!,, Şey!!. Ben artık bir müslümanım. O gün beni çok etkilediniz.
  -Sevindim. Allah kabul etsin.
  -İnanmıyor musunuz?
  -İslâma girmenin şartı, benim inanmam değil ki. Ben inanmasam da olur. Allah her şeyi bilendir ve görendir. Eğer insanlar size inanmazlarsa üzülmeyin. Hedefiniz sadece Allah'a beğenilmek olsun. Kulların biri beğense, onu beğenmez ve gerçek müslüman olduğunuza inanmazlar. Aldırmayın siz.
  Direk konuya girdim.
  -Sen benimle evlenir misin Selva?
  Nasıl söyledim bunu bilemiyorum. Bir müddet durduktan sonra,
  -Sokaktan benim bildiğim, patates soğan alınır. Hayrola... Beni onlara mı benzetiyorsunuz?
  Hemen gitti.
  Aylarca uğraştım. Sonunda ailemi gönderdim. Defalarca gönderdim. Ve sözü kestik.. Bende İslâmcı bir genç oldum. Kader burada okumamı tayin etti, geldim. Döner dönmez evleneceğiz. Allah izin verirse.
  İşte onunla böyle tanıştık. Sonra o da beni sevdi.Azimli olmamı çok beğenmiş.
  -Çok etkilendim. Demek dindar kızlarda böylesine bilinçli olanlar da vardı. Neden biz dindar kızları aptal,  cahil ve beceriksiz biliyoruz.
  -Aşılar öyle yapıldı ve aşılar tuttu. Biraz da, böyle kızların az olması olumsuz hava estiriyor. Bir gün kızlarda da erkeklerde de artacak sayılar. Çok yakında göreceksiniz.

                              .........

                  BEŞ GÜN SONRA

  Fakülteye gidip geliyordum. Ama derslerin hiç biri kafama girmiyordu. Mehmed'i ne yapacaktım? O katolik istemiyordu. Annem ne olacaktı? Bense artık dinden bile çıkmıştım. Kime anlatabilirdim ki derdimi? Abdulvahhab'ta benimle samimi olmaktan kaçınıyordu... Ne olurdu beni dinlese. Mehmed'imden bir haber verse bana. Onu nasıl ikna edeceğimi söylese.
  Mehmet'im... Gel artık ne olur, sensiz bu hayatı çekemem ben.

  O gün Abdulvahhab'ı aradım. Gelmemiş. Bir arkadaşını gördüm.
  -Dün akşam çok ağladı. Ama sebebini söylemedi."Bu günde gelmedi." dedi.
  Çok üzülmüştüm. Şart ne olursa olsun onu bulacak ve mutlaka öğrenecektim.
  Yol boyu giderken hep düşündüm.
  - Neyi olabilir Abdulvahhab'ın!... Yoksa... Yoksa bu çocuk bana mı aşık?! Amaaan saçmalayıp, duruyorum... Onun Selva'sı benim de Mehmed'im var. Böyle bir saçmalığı neden düşünüyorum acaba?
  İşte onun kaldığı pansiyondayım. Pansiyoner kadın haber verdi. Bende bekleme salonunda oturuyorum. İşte geldi. Aman Allah bu çocuk ölümü ne? Rengi bembeyaz olmuş. Birden ayağa kalktım.
  -Ne oldu Abdulvahhap?
  -Bir şey sorma Maria.
  -Tanrı aşkına söyle nen var?
  -Dünyam.. Dünyam yıkıldı Maria!
  -Ne oldu?
  Ağlamaktan konuşamıyorum.
  -So.. Sorma... Konuşacak halim yok.
  -Beni çıldırtma ne olur. Seninle biz arkadaşız, kardeşiz. Neden söylemiyorsun?
  -Selva'm
  -Ne oldu Selva'ya? Yoksa başkasıyla mı evlendi?
  - Selvam! Canım Selvam!
  -Selvam ölmüş!! Selva'mı öldürmüşler!
  - Ne! Ölmüş mü?
  -Evet ölmüş!.. İşkenceyle öldürmüşler!! İç kanama geçirmiş.
  -Kim yapmış?
  -İngiliz köpekleri! "Sen İslâmi örgüttensin, ne biliyorsan söyle" demişler. Üç ay nezarette, her gün işkence yapmışlar. Sonra çıkarmışlar. Bir ay sonra yine almışlar... Mısır'lı yöneticiler'de İngiliz gibi düşündüğünden onun şikayetine kulak asmamışlar. Gitti!.. Gitti Selvam!! Canım çiğerim gitti! Artık onunla orda buluşuncaya kadar onu bir daha göremiyeceğim.
  -Nerde buluşacaksın?
  -Orda!
  - Orası neresi?
  -Öteki dünyada... Gözümüzü kapatır kapatmaz gideceğimiz alemde.
  -Yaa!!! Demek onunla buluşacaksın orda? Ne güzel .Peki evlenebilecek misin onunla?
  - Tabii evleneceğim. Yeter ki cennete girenlerden olayım. Tek tesellim de bu ya. Onu görme ihtimalim olmasa ne yapardım?!
  Ona teselli vermeye çalıştım. Ama göz yaşları dinmiyordu. Ben de ağlıyordum onunla.. Tesellime kulak vermiyordu bile. Ağlamak içten, teselli ise dıştan gelen bir seydi. Sözlerim gözyaşlarında kayboluyordu...

.........
.
.
.
.

Selam arkadaşlar;
Bir bölüm daha bitti. Kitabın yarısını bitirdik. En kısa zamanda kitabın bitmesini istiyorum. Hayırlısı..
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın, hoşçakalın 💫🦅🤍

MARİA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin