Düşmüştük. Bayağı bayağı düşmüştük ve ben Miraç'ın yere düşünce suyu çıkmasın diye şişme yastık gibi kendimi aşağı çekmiştim. Gerçi çekmesem de yerçekimi benim ağırlığım yüzünden beni yine de aşağıda tutacaktı ama ne hikmetse ikimize de bir şey olmadan sağ salim aşağı inmiştik.
Hatta düştüğüm yerde bir sekip Miraç'ı da trambolindeymiş gibi hoplatmıştım ama altımdaki şey her neyse 'bom' diye bir ses çıkarmıştı.
Şimdi üst üste yatıyorduk. Aslında düşünecek çok şeyim vardı. Mesela biz tam pencereden düşmeden önce aniden otel odasına dolan tkaım elbiseli adamların İtalyan casusların ensesine bindiğini ve dehşet içinde bize baktıklarını görmüştüm. Aralarından biri "Miraç Bey!" diye peşimizden de bağırmıştı ama bir çok hızlı bir şekilde düşünce otelde ne olduğunu görememiştik.
Yine de düşmeseydik o adamların bizi oradan kurtarmak üzere olduklarını anlamıştık.
Ben ve benim asla beladan kurtulmayan başıma "Hi!" deyin.
Sonra tüm bu olanları unutup bedenimin üstündeki iri kıyım, kocaman omuzları ve tam ellenesi memeleri olan Miraç'a baktım. Ellerimi sırtına koymuştum, o da dirseğini yanımdaki zemine yaslayarak üstümde hafifçe havalanmıştı. Bacakları bacaklarıma dolanmış, birbirimize hala daha temas halindeydik. Arkasından güneş ışıkları vuruyordu ve onun dalgalı saçları alnına doğru kusursuzca dökülüyordu.
"Miraç." dedim mırıl mırıl. "Ha?" dedi o da üstümdeyken.
"Aşağıdan sıcak sıcak bir şey vuruyor sanki." dedim bacaklarımı oynatarak. "Öyle." deyince de beni bir ateş bastı. Yükselmeyecek anda yükselmemin bulaşıcı olduğunu bilseydim kendimi hiç tutmazdım bile.
Miraç'ı baştan çıkarmıştım.
"Şey gibi sanki." dedim bilmezliğe yatarak. "Bu sıcaklık karnımın biraz aşağısında gibi."
"Öyle Gülnaz, öyle."
"Biraz da ıslak gibi geldi sanki."
"Hıhı..."
"O zaman ne ki bu sıcaklık?" derken onun dudaklarından benim onun için aşağı atlamamın ne kadar ateşli bir hareket olduğunu ve bundan etkilendiği için kanın bazı bölgelerine akışının ne kadar hızlandığını anlatmasını bekledim. Elleri iki yanımdan kaydı ve belimin yanına dek süründü. Ben de ellerimi onun sırtından omzuna doğru çıkardım. Ay biz galiba birbirimizi okşuyorduk.
"İşedim." dedi bir anda.
"Yaaa... Öyle mi diyor... Ne?" dedim bir anda. "Ne dedin sen?"
"İşedim Gülnaz, işedim."
Başımı bir anda aşağı doğru eğip gerçekten üstümdeki sıcaklığın ne olduğunu anlamaya çalıştım ama Miraç'ın şaka falan yaptığı yoktu. Bacak arasındaki güzelim sahnenin ortasında koskocaman bir ıslaklık vardı ve resmen sidik kesesini nasıl hınca hınç doldurduysa her yeri idrara bulamıştı. "Miraç." dedim sakince. "Ben şimdi senin ağzına sı-" elini hemen dudaklarım üstüne yasladı ve "Şştt." dedi usul usul. Hayır, normal zamanda güzelim ellerinin dudaklarım üstünde olmasından epeyce etkilenebilirdim ama şu an burnuma fena halde sidik kokusu geliyordu ve midem bulanıyordu.
"Onu yedi katlı binanın tepesinden beni atmadan önce düşünecektin."
"Allah belanı versin." dedim hiç çekinmeden. Sonuçta o da üstüme sıçmıştı yani. "Çoluk çocuğunda böyle sidikli olsun da gel geç her yanına sıçsın."
"Niye kötü dua ediyorsun kendi evlatlarına."
"Ederim, senin gibi... Ne?" dedim hızlıca lafımı kesip. "Kendi evlatlarıma mı?"
Onun kısılmış gözleriyle yüzümü uzun uzun süzdüğünü görünce içim bir hoş oldu. Umarım sidik kokusundan kusup da bu anın içine etmem diye düşündüm. Sonuçta birimiz çoktan etmiştik, ikinciye gerek yoktu.
"Benim derken... Yani bizim çocukları mı kast ettin?"
"Evet." deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Adam resmen benden çocuk yapacağını söylüyordu.
Olur.
Hemen.
Yeminle oldu bu iş.
"Yalnız ben dokuz tane falan diye düşünmüştüm."
"En son beş diyordun Gülnaz, ne ara dokuza çıktı?"
Omuzlarımı silktim ve onun omuzlarına yasladığım ellerimi kaydırarak kaslarını güzel güzel okşadım. Bence bu ödülü gayet de hak etmiştim.
Adamı kapmıştım be.
"On olsun bizim olsun."
"On tanesine bez dayandıramam, işesinler diye bedduayı etmeden önce düşünecektin onu."
Kaşlarım çatıldı hemen. "Zengin değil misin sen kocacığım? Halledersin."
"Yooo." dedi bir anda. "Değilim ki."
"Nasıl değilsin Miraç? Koskoca şirketin CEO'su Miraç Dağlı'yı boşu boşuna mı kaçırdı adamlar? Şirketleri batırdım ettin diye konuşuyordun. Ay sen yoksa karına cimrilik mi yapacaksın?"
"Şirkete çalışmıyorum ben."
Gözlerim şaşkınlıkla bir anda açıldı ve doğru idrak edip etmediğimi anlamak için kendimi çimdikledim. "Ne demek çalışmıyorum? Bodrum İtalya'ya İtalya'dan Bodrum'a giden ben miydim?"
"Sendin."
"Ne demek bendim? Ya sen şirkette çalışmıyorsan neden oradan oraya gidip duruyordun Miraç? Kafa mı buluyorsun?"
Miraç derin bir nefes alıp "Adım Miraç değil." deyince bir tane kafa atasım geldi. "Ben Miraç Dağlı'nın yerine geçmiş bir oyuncuyum, Miraç Bey şirketin İtalyan ortaklarının ihaleleri kaybetmesi üzerine böyle bir girişimde bulunacağını bildiği için beni yerine geçirdi. Kendisi şu an şirkette olsa gerek. Yukarıdakilerde onun adamlarıydı. Kaçtığım anda onu arayıp durumdan haberdar edince bana yardım ulaştırdı. Adamlarını beni kurtarması için gönderdi çünkü bir süre daha İtalyanlara benim sahte olduğumu belli etmeyecek."
Aklımda soracak onca soru vardı. Mesela böyle tehlikeli bir şeyi niye kabul ettiği, yüzünün açığa çıkma ihtimalini, niye başından beri hiçbir şey belli etmediği, en azından adam akıllı işine gücüne bakıp namusuyla helalinden bir şekilde eve dönmek varken karıya kıza niye dadandığı, bu işi şerefsizlik yapmak için tutmuş olup olmadığı gibi pek çok şey sorabilirdim. Nasıl bir akılla bu işe girdiği hakkında epey şey de anlatabilirdi. Mesela bana karşılaştığımız süre boyunca "Boşuna peşimde koşma, ben sahteyim." demek çok olmasa gerekti. Bana ve tüm Türkiye'ye söylediği yalanlardan türü onu bir güzel dövedebilirdim. Sonuçta o benim Çin malı bir kırmızı iple kaderimin bağlı olduğu bir adamdı ve bana "Ben zengin değilim." diyemezdi.
Ağzını yırtardım.
Ama her şeyi boş verip o mühim soruyu sorma kararı aldım.
"Para almıyor musun bu işten?"
"Yok." dedi başını sallayıp. "Hayrına yapıyorum. Zaten normalde peşime kimse takılmaz, oradan oraya gezer dururdum. Bir nevi tatil gibi yani..."
Ahanda sümsüğü çakıverdim suratına ve bir hışımla üstümden ittim. Başımı kaldırıp nerede olduğumuza bakınca etrafımızda bazı itfaiye erlerinin olduğunu görüp telaşa kapıldım. Sonra da kendimizi yedi katlı binanın tepesinden düşürdüğümüz aklıma geldi. Yattığımız yer yumuşak atlama minderlerinden birisiydi ve benim düşmemle patlamış –elime koluma sağlık- ve yere değmişti. Sırtımın acıdığını o anda fark ettim.
Ben minderden hışımla inince de "Gülnaz!" diye bağırdı arkamdan. Hah, sonunda adımı ağzında duyar olduk. "Nereye gidiyorsun?"
"Terk ediyorum seni!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyvah! Son Çarem
Humor30 yaşına gelmiş, kiloları ile barışık olan evde kalmış kızımız, kaderin kırmızı ipini görebilme yeteneği ile sonunda kaderindeki eşine ulaşır. Boylu poslu, yakışıklı mı yakışıklı, bir de üstüne zengin ve centilmen olan koca adayı tamamen kursuzdur...