Gözlerimi yavaşça açarken önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Manhattan’ın kalbinde, o meşhur ve her zaman kalabalık olan sokakta duruyordum. Ancak bu defa bir tuhaflık vardı; bu sokağın o alışık olduğum kalabalığı, kalabalıktan gelen uğultu ve canlılık tamamen yok olmuştu. Normalde sokaklarda yürüyen, duran ya da kendi dünyalarında kaybolmuş insanları görmek mümkündü, ama şimdi hiçbir canlı belirtisi yoktu. Bu manzaranın içimde yavaş yavaş büyüyen bir korkuya dönüşmesine engel olamıyordum.
Hayatım boyunca yalnız hissetmiştim, ama bu yalnızlık yalnızca dost açısından yaşadığım bir eksiklikti. Ailemi sevmesem bile, annem her zaman koruyucu bir tavırla yanımda durur, bu da bana tam anlamıyla yalnız olmadığımı hissettirirdi. Basit bir kalabalık bile beni rahatlatır, yalnız olmadığımı hatırlatırdı. Ancak şu an, Manhattan'ın göbeğinde, böylesine boş ve sessiz bir sokakta dururken yalnızlığın derinliğini ve korkunçluğunu tüm çıplaklığıyla hissediyordum. Bu şehirde ne kadar kalabalığın içinde bile olsam, şimdiki kadar yalnız hissetmemiştim.
Tam da bu esnada, çok uzaklardan bir adım sesi duydum. İlginçtir ki, bu ses bende karmaşık ve dengesi bozuk hisler uyandırdı. Bir yandan bunun yalnız olmadığım anlamına gelmesi beni rahatlatırken, diğer yandan bu kişinin kötü niyetli olma ihtimali beni korkutuyordu. Korku ve heyecan arasında gidip geliyordum, kalbimin atışları giderek hızlanıyordu. Hızla yerimden doğrulup ayağa kalktım; adım sesleri giderek yaklaşıyor ve her adımlarında kalbim daha da hızlı çarpıyordu.
Birden aklıma Adalet Kılıcı geldi. Cebimi hızla karıştırdım ve yüzüğe dokundum. Yüzük parmaklarımın ucunda olduğu anda, kalbimin atışları yavaşladı ve bir rahatlama hissettim. Bu yüzük sadece bir aksesuar değildi; bana güven ve cesaret veriyordu. Artık bana doğru gelen kişiyi karşılayabilecek gücü hissediyordum. Düşman mı, dost mu olduğunu bilemesem de, karşı koyacak donanıma sahiptim. Gözlerim dikkatle gelen kişiyi ararken, içimdeki korkudan arınmaya başlamıştım.
Ve işte, o adım sesleri giderek daha da yaklaştı. Nefesimi tutmuş, gözlerimle sokakta bir hareketlilik arıyordum. Sessizliği bozan her bir adım, tüylerimi diken diken yapıyordu ama hayatta olduğumu ve her şeye rağmen karşı koyabilecek gücüm olduğunu bana hatırlatıyordu. Gelmekte olan bu gizemli figürle yüzleşmeye hazırdım.
Adam nihayet yanıma kadar gelmişti. Göğüs göğüse karşı karşıya kalmıştık ve göz göze bakıyorduk. Adamın bakışları üzerimde gezindi, inceleyici ve bir o kadar rahatsız edici bir şekilde. Koyu ve karmaşık görünen siyah saçları, ilk dikkatimi çeken özelliğiydi. Adamın duruşu oldukça güçlü ve etkileyiciydi, adeta bulunduğu her mekana hakim olup, o anı domine eden bir aura yayıyordu. Bu duruşu ile, karşısına çıkan her zorluğa meydan okuyacak güçte olduğunu hissettiriyordu. Gözleri keskin ve nüfuz edici bakışlarla doluydu; içinde direnç ve yoğunluk barındıran ifadelerle bana bakıyordu. Çenesi kararlılıkla sabitlenmişti, karışıklığın içinde bile bir özgüven izi veren hoş bir sırıtma vardı yüzünde.
Beni sırıtarak ve detaylıca incelemesi özellikle sinir bozucuydu. Daha önce bu derece tedirgin olduğumu hatırlamıyordum. Adam bana çok tanıdık geliyordu; bir çeşit deja vu hissi yaşatıyordu ama kesin olarak ismini hatırlayamıyordum. Sanki dilimin ucunda bir isim vardı, ama bir türlü söyleyemiyordum. Karmaşık duygular içindeyken, cesaretimi toplayarak konuşmaya karar verdim. "Sen kimsin? Niyetin ne?" dedim, sesim titremesine rağmen belirgin bir cesaretle.
Adam sinsice gülümseyerek, "Beni hatırlayamadın mı, Stephen?" dedi. Bu soru tüylerimi diken diken etti. Nasıl hatırlayamazdım? Nihayetinde, anımsayamadığım bir detayın eksikliğiyle mücadele etmek zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sihirli Dünya: Varislerin Yükselişi +18
FantasySihirli Dünya Serisinin ikinci kitabıdır! Neredeyse herkesin hayatında kötü şeyler yaşadığı dönemler olmuştur. Bazılarımız bu dönemlerden daha güçlü çıkarken bazıları birçok şey kaybeder, zayıflaşır. O bu dönemleri deneyimliyordu ama erken bir yaşt...