8

1.2K 41 0
                                    

Tüm gece uyuyamadım. Evrim yanımda yatarken uyumam  mümkün değildi.  Aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Sadece gözlerimi yumup bir an önce sabah olmasını diliyordum. Çünkü elini uyurken yanağıma koymuştu ve bir bacağını bana doğru atmıştı. Anlayacağınız Evrim benim gibi dümdüz ve bir pozisyonda yatmak yerine deli gibi yatıyordu.
Aramızda bir çok fark vardı. Mesela o renkli gözlere ve sarı saçlara sahip olmasına rağmen ben simsiyah gözlere ve simsiyah saçlara sahiptim. O gençlerin dinlediği yüksek sesli ve saçma sözlere sahip olan şarkıları severken ben sade, dinlendirici müzikleri seviyordum. O şekerli şeylere bayılırken ben nefret ediyordum. Ama buna rağmen birimiz beyaz diğerimizde siyah değildik. İkimizde aynıydık. Ya ikimizde beyaz olacaktık ya da siyah...
Sonunda sabah olabilmişti. Dün akşam gece saatlerine kadar devam eden oteldeki günlük ses gene başlamıştı. Bir süre sonra Evrim'in kıpırdandığını hissedince gözlerimi kapatıp uyuyor numarası yaptım. Evrim'in esnediğini duyuyordum. Sonra yüzümdeki nefesini hissettim.
"Otobüs, kamyon, tren, jip..." diyerek işaret parmağını önce sol yanağıma sonra alnıma sonra da sağ yanağıma daha sonra çeneme değdirdi. Uzun bir süre sonra burnumun ucuna minik bir öpücük bıraktı ve fısıltı halinde son cümleyi söyledi.
"Bip..."
O sırada birden tatlı uykumdan uyandım. Az önceki olayın rüya olduğunu anladım.
Evrim uyuyordu. Bende kalkıp üzerimdeki kıyafetleri değiştirip banyoya girdim ve traş oldum. Dün akşam stresten terlediğim için tekrar duş aldım. Kapıyı açtığımda Evrim yoktu. Etrafa baktım. Yorganları fırlatırcasına attım. Sonra bir hızla onun odasına girdim. Kimse yoktu. Dışarı çıkıp ellerimi saçlarımın arasından yolarcasına geçirdim. O sırada Evrim'in sesini duyarak başımı koridorun sonuna çevirdim. Evrim, Kerim ile gülürek konuşuyordu. O zibidi elini Evrim'in yanağına değdirdiğinde sinir krizi geçirecektim. Bir hızla onların yanına gittiğimde Kerim elini Evrim'in yanağından çekmişti. Tam bir şey diyecek iken arkasındaki odadan Zeynep çıktı. Gülümseyerek bizi karşıladı.
"Biz kuzenimle kahvaltı yapmaya gidecektik. Gelmek ister misiniz?"
"Hayır. Teşekkür ederiz ama biz daha sonra yapacağız."
O zibidi Kerim pis bir sırıtışla araya girdi.
"Kardeşiniz çok aç görünüyor. Ona tatlı ısmarlayabilirim."
Evrim'in gözleri tatlı lafını duyunca bana döndü. Gitmek için yalvaran gözlerle bana baktığında hemen cevabımı verdim.
"Bende kardeşime alabilirim. Size afiyet olsun."
Evrim'in elinden tutarak çekiştirdim. Zeynep ve o zibidi Kerim merdivenlerden inerken konuştukları anlaşılıyordu fakat kelimeler seçilmiyordu.
Evrim hızla elini çekti ve kaşlarını çatıp, kollarını kavuşturdu.
"Neden izin vermedin ki? Ne güzel pasta yiyecektim-"
"EVRİM!"
Kükrer gibi sesim onu korkuttu. Sonra bir sinirle odasına girip kapıyı kırarcasına sert kapattı.
Orada öylece kaldım. Peşinden mi gitmeliydim? Gidip o zibidinin ağzı burnu kırılana kadar dövmeli miydim yoksa odama mı gitmeliydim?
Yavaş adımlarla kalbime doğru ilerledim. Elimi yavaşça kapı kulbuna koydum ve içeri girdim. Evrim arkası dönük bir şekilde camdan dışarı bakıyordu. Ona doğru attığım her adımda oluşan ses benim kalbimin hızlı atmasına neden olan ve odadaki tek sesti.
Ellerimi onun omuzuna bırakınca ellerimin sanki bir pamuk tarlasında olduğunu sandım. Onu yavaşça kendime döndürdüm.
Gözlerinin kenarları, burnu ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Bu yüzü en derinlerimde hatırladım. Kısa ve güzel bir andı. Aynı zamanda şimdi kelimelerin boğazıma düğümlenmesini sağlayan bir an.
Kollarını bana sarmasını sağlayıp ellerimi uzun, yumuşak saçlarının arasında gezdirdim. Sonra üzeri benim için toz tutmuş kelimeler ağzımdan döküldü.
"Özür dilerim Evrim."
Keşke ona böyle sonsuza kadar sarılarak kalabilseydim.
Haberin bile olmadan seni sevmeye devam edeceğim. Çünkü sen... kendimi bulduğum yersin Evrim. Ve ben seni korkutarak bu yerden de kovulmak istemiyorum.
Evrim başını yavaşça biraz daha kaldırıp gözlerimin içine gülümseyerek baktı.
"Sana küsemem ki ben... Çünkü senden başka kimsem yok Bora abi!"
Hafifçe gülümsedim. Sonra ona üzerindeki pijamaları değiştirmesini söyleyerek odadan çıktım ve kendi odama gittim. Benimde bu aptal pijamalardan kurtulmam gerekiyordu. Dün akşam üşenerek açmadığım valizden siyah bir pantolon ve gri bir tişört çıkarttım ve hızlıca giyindim. Eğer şu kıyafetlerime özen gösterseydim Evrim'in özenle okuduğu dergilerdeki erkekler gibi olabilirdim. Saçlarımı hafifçe düzeltmeye çalışsamda bundan vazgeçtim. Beni sevebileceğine dair hiçbir umut yoktu. Aslında bana bir adım dahi atsa ben onun etrafında 5 tur koşardım. Ama beni sevmesi olanaksız bir durumdu. Güneşin batıdan doğması gerekirdi ancak...
Evrim kapıyı tıkladığında düşüncelerimden kurtulup hızlıca onun yanına gittim. Otelin yemek salonuna inene kadar bana minik tavşanından bahsetti. Küçükken karşı komşusundaki bir amca köyüne giderken artık bakamayacağı tavşanını Evrim'e hediye etmiş. Evrim çok mutlu olduğunu söylerken bile mutluydu. Onun mutluluğu benimde mutluluğum oluyordu. Tavşana gelince Evrim ona çok iyi bakmış. Yanından hiç ayırmazmış. Bir gün okula gidip döndüğünde karşı komşusunun mangal yaptığını görmüş. Mangalda dönen şey ise Evrim'in tavşanıymış. Evrim günlerce ağlamış. Tavşanının sonunu söylerken gülümsemesi biraz azalsada tekrar toparladı. Fakat bu benim içimde kaldı. Ya o tavşanın sonu benim sonumla aynıysa? Birkaç gün ağladıktan sonra beni de unutursa?
Bu dünyada tek istediğim şey Evrim'in her hatırladığında gülümseyerek baktığı bir anı olmak... Isterse sevmesin, benden hoşlanmasın ama geriye dönüp baktığında sadece gülümsesin.
Evrim ile kahvaltı yaptıktan sonra Evrim'in isteği üzerine otelin havuzunun kenarında yürüdük. Pek fazla kişi yoktu. Kocaman dikdörtgen bir süs havuzunun etrafında gezen sadece bizdik. Evrim önümden ilerlerken beyaz bir kelebeği yakalamaya çalışıyordu. Güneş saçlarının üzerine parlarken bir su perisine benziyordu. Havuzun içindeki biblolar peri şeklindeydi. Sanki hepsi Evrim'in bu halini görüyormuş gibi gülümseyerek bakıyordu.
Ben ise ellerimi arkadan birleştirmiş, Evrim'in arkasından parlayan güneş ışığı yüzünden gözümü kısarak ilerliyordum. O görüntünün bozulmamasını isterken o zibidi Kerim ile Zeynep havuzun diğer köşesinden bize doğru ilerlediklerini gördüm. Evrim hızla koşup Zeynep'e sarıldı. Zeynep ile Evrim sıkıca sarılırken o pisliğin Evrim'e iğrenç bir şekilde sırıtışla bakması iyice sinirlerimi bozdu. Çünkü bu bakışı gece kulüplerinde ağına bir kızı düşürmeyi hedeflemiş iğrenç fikirli erkeklerden biliyordum. Ben daha onu incitmeye kıyamazken başkalarının onun hakkında böyle düşünmesine izin veremezdim. Bir süre sonra havuzun ortasındaki yolda karşı karşıya geldik. Evrim gülümseyerek baktı ve bu zibidi ile Zeynep'in voleybol oynayacağını ve ikimizi davet ettiğini söyledi. Bu teklifi sadece o zibidinin meydan okuyucu bakışları için kabul ettim. Evrim sevinçle el çırparken Zeynep öğleden sonra otelin spor salonunda bizi beklediğini söyledi ve yanındaki pislik yığınını alıp gitti. Evrim ise elimden çekiştirerek beni otelin içine götürdü. Hızlıca giyinip oraya gitmek istiyordu fakat Zeynep'in söylediği saate göre tam 1 saat vardı.
Bu oyunu kaybetmemeliydim. O zibidiye haddini bildirmeliydim. Şimdi geriye dönüp bu zamana bakıyorum ve sizlere tek söyleyebileceğim sanki kendimi kaybetmiş gibi davranmışım. Ve şimdi anlıyorum.
Hayat bazen insana iki seçenek sunar;
Kendini kaybetmek ya da başkasını kaybetmek...

Küçük TutsakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin