O pansiyonda daha fazla kalamazdım. Bu yüzden Zeynep, Kerim ve Evrim ile kahvaltı için gittiğimiz yerde bunu onlara söyleyemeye karar verdim. Geldiğimiz yer yaz için özel sadece çatısı olan, duvarları olmayan kocaman bir açık büfe restorandı. Masalarda, girişte, restoranın belirli köşelerinde çiçekler vardı. Yemeklerimizi alıp yola bakan bir tarafa oturduk. Uzun bir süre söyleyeceğim kelimeleri seçtim. Sonunda onlara bakmadan çatalımı zeytine batırırken söyledim.
"Pansiyondan çıkış işlemlerini başlatacağım."
Zeynep'ten önce Evrim davrandı.
"Neden bu kadar çabuk yola koyuluyoruz? Ben burayı çok sevdim. Biraz daha kalalım."
Yolu uzatmak benim işime gelirdi. Bu yüzden konuyu başka bir taraftan ele alarak söyledim.
"Sadece yakınlardaki başka bir pansiyona geçeceğiz."
"Neden?" dedi Zeynep.
Zeytinden çatalımı çektim ve ona bakarak söyledim.
"Çünkü kaldığımız yer pek tekin bir yer değil. Başımıza bir bela sarılsın istemiyorum."
"Ama-" diye Evrim karşı çıkacak iken sözünü sinirle kestim.
"GİTMELİYİZ DİYORSAM GİTMELİYİZ!"
Evrim ve diğerleri kısa bir süre bana baktı ve daha sonra hiçbir şey demeden tekrar yemeklerine odaklandılar. Yemekten sonra Evrim ve Zeynep kendilerine kıyafet almak istediklerini söylediler. Onlara biraz para verdim ve akşam yemeğinden önce gelmelerini söyledim. Kerim ise yeni pansiyonumuza gidip giriş işlemlerini yaptırırken ben eşyaları toparlayıp, çıkış işlemlerini yaptıracaktım. O pansiyona bir daha gitmek istemiyordum ama bunu yapmak zorundaydım.
Pansiyonun etrafı yaklaşık 50 santim yüksekliğinde duvarla çevrilmişti. Girişe doğru giden yerde eski bur demir kapı vardı. Yağlanmayan kapı kulak tırmalayan bir sesle açıldı. Pansiyonun kapısına uzanan kısa yola beton dökülerek düzleşmişti. Diğer iki tarafta uzun süredir sulanmadığı için çürüyen ağaçlar ve solan çiçekler ile bir ormanı andırıyordu.
Pansiyonun giriş kapısına geldiğimde kapalı yazısının olması beni şaşırttı. Ama umursamadan içeri girdim. Sessiz, kimsesiz bu pansiyon beni tuhaf hissettiriyordu. Bu yüzden hızla üst kata çıktım. Alacağım şey Evrim'in minik valizi, Zeynep'in çantasıydı. Onların odasına girdim ve çantaları alıp aşağıya indim. Pansiyonun eski muhasebe masasında bekledim. Çünkü ne o kadın buradaydı ne de o pansiyon defteri... Aslında çıkış işlemlerini yaptırmadan da gidebilirdim. Eğer o kadının bizi hâlâ kalıyormuş gibi gösterip bir gün önümüze kabarık bir borç ile gelme ihtimali olmasaydı. Dün akşam kadın bizden kimliklerimizi istediğinde ona güvenemeyeceğimi bildiğim için sadece ehliyetimi verdim ve tatmin olmasını sağlamıştım. Zaten burası pek kayıt tutan bir yere benzemiyordu.
"Hoşgeldin Bora! Bu kadar erken dönmeni beklemiyordum." dedi ve alaylıca gülümsedi.
Arkama döndüğümde onun bir köşeye yaslanarak bana baktığını ve alaylıca gülümserken sigarasını parmakları arasında tuttuğunu gördüm. Sarhoş olmuş gibi davranıyordu ve ne yapacağı belli değildi.
"Senin o şeytan yüzünü görmek için gelmedim." dedim.
Tüm salonda yankılanacak şekilde kahkaha attı. Sonra yaslandığı yerden doğrulup bana doğru ilerlerken sigarasından bir nefes aldı.
"Hadi ama Bora! Sana melek yüzümü gösteririm."
Bu kadının ikiyüzlü olduğunu biliyordum. Çünkü kimse bu kadar alçak ve gurursuz olamazdı. Bu yüzden dişlerimi sıkarak söyledim.
"Benden ne istiyorsun?!"
İnce parmaklarını omuzuma koydu. Gülümseyerek söyledi.
"Hiçbir şey canım! Sadece o küçük kızı istiyorum."
Yere bakmaktan vazgeçip ona baktım.
"Delirdin mi sen?!" diye bağırdım. O ise iğrenç gülüşünü sürdürdü.
"O kız sana beladan başka bir şey getirmeyecek Bora! Bunu anlamalısın..."
Sustum. Dedikleri doğruydu. Evrim'i sevmek bana bela getirecekti. Polise yakalanmasam bile Evrim bir gün büyüyecek ve belki de beni istemeyecekti. Her iki türlü de başım beladaydı. Fakat içimden bir ses sevmeye devam et diyordu. Tüm hayallerim ona bağlanmıştı. Bu yüzden hayallerimden vazgeçmek istemiyordum.
"Onu benden alamazsın!" dedim. Onu sevmediğimi inkâr edip yalan söylemek faydasızdı.
Kadın derin bir iç çekti ve bana döndü.
"Hala anlamıyorsun değil mi? Eğer o kızı bana verirsen ikimizde bundan kârlı çıkacağız. Sen büyük bir beladan kurtulacaksın ve bende-" durup yalandan öksürdü. Bu işin içinde bir oyun vardı. Kadın tekrar konuşmayı sürdürdü.
"50 bin lira var işin ucunda... Eee, şimdi ne düşünüyorsun?"
Durdum. Bunun bir oyun olduğunu biliyordum. Hatta bu tehlikeli bir oyundu.
Bu kadının konuşmasına göre Evrim'i kendisi için değil bir başkası için istiyordu. Israrına bakılırsa bu oyundan kârlı çıkacağı belliydi. Şu an hamle sırası bendeydi. İyi düşünülmüş bir hamle oyunu kazandırabilirdi.
"Tamam. Kabul ediyorum. Zaten o kızın yeterince toy olduğunu herkes biliyor."
Kadın zafer kazanmış edasıyla gülümsedi.
"Bu seçiminden hiç pişman olmayacaksın. İnan bana!"
Cebindeki ehliyetimi bana uzattı.
"O zaman anlaştık..."
"Anlaştık!"
Ehliyetimi ve valizleri alarak o pansiyondan çıktım. Valizleri arabaya yerleştirip Kerim'in yanına gittim. Olanları ona anlatamazdım. Bu yüzden hızla yeni pansiyondaki odama çıktım. Sıradaki hamleyi düşünmeye başladım. Evrim şu an Zeynep ile çarşıya gitmişti. Bu kadar kalabalık bir ortamda onu alamazdı. Alsa bile ona ne yapacaktı ki? Ne işine yarayabilirdi ki Evrim? O iğrenç pansiyonun bir temizlikçiye veya hizmetçiye ihtiyacı yoktu. Bu kadının illa Evrim'i istemesinin arkasında başka bir neden vardı. Ve ben Evrim'i asla onlara vermeyecektim. Ben küçük sevgilimi yarı yolda bırakmak için sevmedim.
Duvardaki saate bakınca akşam yemeği saatini geldiğini fark ettim. Yani Zeynep ve Evrim gelmiş olmalıydı.
Hızla merdivenlerden aşağı inip etrafa baktım. Zeynep ve Kerim'e burada veda edip Evrim'i uzaklara götürüp çok geç bu beladan kurtarabilirdim. Belki...
Kerim pansiyonun bekleme odasında tanımadığım kişilerle (muhtemelen o da tanımıyordu) birlikte maç izliyordu. Milli maç olduğu için neredeyse tüm pansiyondaki müşteriler buradaydı.
"Kerim! Zeynep ile Evrim döndü mü?"
Kerim bir bana bir televizyona bakarak olumsuz bir cevap verdi. İçimde çakan şimşeklerle koşarak pansiyondan dışarı çıkıp çarşı yolunda koştum. Evrim ile Zeynep'in yolun ucundan dönerek bu tarafa doğru geldiğini gördüm. Birlikte dondurmalarından yiyip gülüşüyor hem de normal adımlarla geliyordu. Bir tehlike olmadığını gördüğümde derin bir nefes aldım. Fakat o an fark ettim. Onların arkasından yolun başından dönen koca bir çete sanki Evrim ve Zeynep'i takip ediyordu. Hızla Evrim ve Zeynep'in yanına koştum. Onlar arkalarındaki çetenin farkında değildi. Evrim beni görünce kocaman gülümsedi. Zeynep ise bir sorun olup olmadığını sordu. Evrim'e bir pansiyon kuponu uzattım. Bu kuponun yarım saat sonra biteceğini söyleyerek kafeteryadan istediği yemekleri almasını söyledim. Benim nereye gittiğimi sorduğunda bir işim olduğunu ve merak etmemesi gerektiğini söyledim. Onlar pansiyonun yolunda ilerleyip gözden kaybolana kadar onları izledim. Ve bir sesle arkama döndüm.
"Hayırdır birader? Sen kimsin?"
Arkamı döndüğümde yürek yemiş herifin suratına kafa attım.
"Ecelinim!"
Diğer köşeden iki kişi daha olaya karıştı.
"Ne oluyor lan orada?!" diyerek etrafındakileri toparlayarak üzerime geldiler. Önüme gelene tekme ve yumrukla girişsem bile sayıca çok fazlaydılar. 4 kişi sıkıca beni tutarken diğerleri bana vuruyordu. Kaburgamın zarar gördüğünü hissediyordum. Fakat umrumda değildi. Çünkü içinde Evrim'in aşkı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...