4

1.9K 48 1
                                        

Tüm gece gözümü bir kez bile kırpmadan Evrim'in başında bekledim. Ben ne büyük aptaldım. Bir kesik bir bezle kapanmazdı ve ayrıca mikrop kapabilirdi. Hem onun su yüzünden iyice nezle olması hem de ayağındaki kesik birleşince bünyesi bunu kaldıramadı. Dün gece onu kollarımın arasında pansiyona getirirken bayılmıştı. Başı kolumun aşağısına doğru sarkarken saçları dalgalanıyordu. Acıyla bağırşım ve gelen çalışanların hızla onu kollarımın arasından alıp içeriye götürüşü aklımdan çıkmıyor.
Pansiyonda kalan bir hemşire onun ateşine baktı sonra da hemen ateşini düşürmeye çalışıp ayağındaki kesiği tedavi etti. Çalışanlar ne kadar ısrar etsede uyumamıştım. Tüm gece başında bekledim. Biliyorum kimse bir kesik yüzünden ölmez ama eğer o ellerimden kayıp azrailin kollarına düşerse peşinden koşardım. Emin olun ki bunu yapardım. Sebepsizce...
Sonunda Evrim mavi gözlerini kırpıştırarak açtı. Yutkunmaya çalıştı ve kaşlarını tuhaf, aynı zamanda sevimli şekilde kaldırarak bakmaya devam etti.
"Bora abi...ne oldu sana?"
Traşsız yanaklarım ve gözlerimin altı uykusuzluktan renk değiştirmiş olması ona tuhaf gelmişti. Bundan daha kötü hallerimde vardı.
"Hiçbir şeyim yok. İyiyim ben."
"Bana yalan söyleyemezsin. Birisine bir şey mi oldu? Biz neden buradayız?"
"Dün geceyi hatırlamıyor musun?"
"Ne oldu dün gece? Neden öyle Yeşilçam Filmlerindeki gibi tuhaf tuhaf bakıyorsun?"
Gülümsemeye çalışırken içeri hemşire girdi. Evrim'in ateşini ölçtükten sonra korkulacak bir şey olmadığını söyledi. İçeri giren erkek çalışan bana bir kahve uzattı ve beni rahatsız edecek bir şekilde Evrim'i izledi.
"Çok tatlıymış-"
Durdu ve ikimize baktı. Yeni fark etmiş olmadığını biliyordum. Fakat öğrenmek için böyle salak numarasına yatmıştı.
"Neyiniz oluyor bu küçük hanım?" dedi.
Ben ağzımı açar açmaz Evrim atıldı.
"Ben kardeşiyim."
Salak numarasını bitirip dedektif rolüne başladı.
"Fakat soyisimleriniz farklı. Öyle değil mi? Bora Utay ve Evrim Ertunç?"
Hızla söze atıldım.
"Annemiz bir, babalarımız farklı."
Çalışan pek ikna olmasada hemşirenin ısrarı ile Evrim'i dinlenmesi için benimle bırakmıştı. Onlar çıktıktan sonra Evrim bana döndü.
"Neden onlara yalan söyledin Bora abi?"
"Peki sen neden kardeşiyim dedin?"
"Şey... Boşver!"
Evrim'in en iyi yaptığı şeylerden birisi lafı çabucak değiştirebilirmesidir.
"Bora abi ben..."
"Tahmin edeyim! Acıktın değil mi?"
Evrim başını olumlu anlamda salladı. Bende içeriye gidip mutfakta ona iyi gelebilecek bir lapa hazırladım. Bunca iyiliği, endişelenmeyi onu sevdiğim için yapmıyordum. Onun sadece halamdan bana kalan tek şey olduğunu bildiğimden ve eğer o da ölürse bir aile katili olacağımdan yapıyordum. Arkasında başka bir niyetim yoktu. Adı üzerinde ben onun 'Bora Abi' siydim.
Bir lapa ve tavuk suyu çorbası hazırladım. Bunları yemeyeceğini bildiğimden yanına ödül olarak bir tatlı koydum. Sonrada hazırladığım tepsiyi alarak onun odasına ilerledim. Fakat kapıda durup içeriden gelen sesleri dinledim. O sinir bozucu pansiyon çalışanı Evrim'i lafa tutarak ağzından bir şeyler almaya çalışıyordu. Sinirimi kontrol etmek için derin bir nefes aldım ve odaya girdim.
Evrim'in 'beni kurtar' bakışlarını görebiliyordum. Pansiyon görevlisi odanın köşesinde kollarını kavuşturup hasta yatağındaki zavallı Evrim'i konuşturmaya çalışıyordu. Beni görünce sustu ve yalandan geçmiş olmasını dileyerek odadan çıktı. Evrim'in yanındaki sandalyeye geçip tepsiyi ona verdim. Evrim bir bana bir tepsiye bakıyordu.
"Ne oldu Evrim? Beğenmediysen kendin hazırlayabilirsin."
"Şey...yedirmeyecek misin?"
"Bebek misin ki sana yedireyim? Ayrıca burada romantik-dram filmi falan çekmiyoruz. Bakışlarını benden kaçırmaya çalışma."
Evrim uzun süre kıpırdamadan bana baktı. Sonra dayanamayarak gülme krizine girdi. Benim özel ve tarifi bilinmeyen lapamdan sonra kendine gelmişti. Hatta eskisinden iyi olmuştu. Çünkü iğrenç espriler yapmaya başladı.
O pansiyonda sadece 3 gün kalabildik. Çünkü o çalışanın belli belirsiz yerde Evrim'i kıstırıp sorular sorması ve yiyecek gibi bakması beni deli ediyordu. Birde hemşirenin bana doğru fazla samimi olmaya çalışması vardı. Evrim'in iyice iyileştiğine emin oldum. Çünkü kesiği neredeyse kapanmıştı ve yürüyebiliyordu.
3. günün sabahına kadar uyuyamamıştım. Güneş doğana kadar kendi ihtiyaçlarımı giderdim, valizimi toparladım, ara sıra Evrim'in odasına gidip uyuyuşuna baktım ve daha sonra yani sabah olduğunda çıkış işlemlerini yaptırdım ve valizlerimizi tekrar arabaya koydum. Sonra Evrim'i uyandırmak için odasına gittim. İki kişilik bir yatağın ortasında diğer yastığa sarılarak uyuyordu. Yavaşça ona doğru ilerledim. Ellerimi onun saçlarında gezdirmek istesemde bundan vazgeçtim. Yatak başlığının kenarına astığı deniz mavisi çantasının ucu açılmıştı. İçinde ne olduğunu ve neden yanından ayırmadığını düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Elimi çantaya uzattığımda uykusundan uyandı. Gözlerini ovalayarak yatakta doğruldu.
"Günaydın Bora abi!"
"Sanada. Hadi çabuk hazırlan. Gidiyoruz."
"Şimdi mi?"
"Eğer bu kadar çok mola verirsek nasıl bitirebiliriz ki yolculuğu?"
Evrim yatağından kalktı. Dün akşam hemşirenin odasında kitap okurken uyuya kaldığı için üzerinde günlük kıyafetleri vardı. Yani bir daha üst değiştirmek zorunda kalmadı. Sadece mavi çantasını alıp arkamdan ilerledi. Hemşire ile merdivenlerin ucunda karşılaştık.
"Nereye gidiyorsunuz?"
Evrim uykulu gözlerini ovarken ben söze karıştım.
"Yolculuğa devam etmeliyiz."
Onlara Evrim'i annesinin (yalanıma göre benim de annemin) yanına götürdüğümü söylediğim yalan değildi. Sadece onun yaşıyor olması bir yalandı.
"Çok erken gidiyorsunuz ama. Ben siz olmadan bu koca pansiyonda ne yaparım?"
Evrim'in yanaklarını sıkıp bir öpücük kondurduktan sonra bana döndü. Evrim merdivenlerden iniyordu. Bende arkasından gidecek iken kolumdan tutarak durdurdu. Elinde telefon numarası yazan bir kartı bana uzattı.
"Aramanı bekleyeceğim."
Geldiği gibi koridorun sonuna ilerledi ve odasına girerken bana bir göz kırptı. Kartı arka cebime atarak arkasından iğrenç bir bakış attım. Ne kadar ucuz bir numara...
Evrim'in arkasından arabaya bindim ve çalıştırdım. Eminim o çalışan, pansiyonda işleri olmasına ve diğer müşterilerin seslenmesine rağmen bizim gidişimizi izlemiştir.
Evrim kollarını kavuşturmuş kaşlarını çatmıştı.
Bu hali çok sevimli aynı derecede komik görünüyordu. Bir elimle direksiyonu tutup diğer elimle saçlarının üzerini sevgi anlamında karşıtırdım ve hem yola bakarken hem de onunla ilgilenmeye çalışırken sordum.
"Ne oldu çitlenbik?"
"Çizgiromanımı orada unuttum."
"Merak etme! Yenisini alırım sana."
"Ama o ilk baskıydı Bora abi..."
"Bu kadar yol ilerlemişken geri dönemeyiz. Onun yerine başka bir şey iste."
"Düşünmeliyim."
Yarım saat geçmeden sevinçle söyledi.
"Sinema? Sinemaya hiç gitmedim. Beni götürebilir misin?"
" O kadar çok isteyebileceğin şey varken sinemayı mı seçiyorsun?"
"Evet. Istersen başka bir şey seçebilirim."
"Hayır hayır! Bu iyi bir seçim."
Evrim o kocaman gülüşüyle etrafa bakarken gülümsemesini sevmeye başladım. Bir çocuk sevincine, zaferine benziyordu gülüşü...

Bazı güçlü insanların çok saçma korkuları vardır. Örneğin kocaman kaslı bir adamın böceklerden korkması gibi... İsterse dünyanın en çelimsiz adamıyla kavgaya girsin, çelimsiz adam elinde böcek tutuyorsa onunla dövüşemez.
Aslında Evrim'i böceğe benzetmek doğru olmaz ama verebileceğim diğer örnek bize uyuyor.
Taş makası kırar, makas kâğıdı keser, kâğıt taşı sarar.
Buradaki taş bendim ve beni yok edebilecek şey kağıt yani Evrim...

Küçük TutsakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin