İçeri girer girmez sigara kokusu etrafımızı sardı. Uzun süredir temizlenmediği pis duvarlardan ve odadaki yoğun is sayesinde belli oluyordu. Giriş küçük olmasına rağmen karşımızdaki kapısız girişte bir çok insanın sesi geliyordu. Belki bir pansiyon olarak kullanılmak için girişe bir masa, ölmeye yakın bir çiçek ve duvarda anlamı olmayan tablo konulmuştu. Fakat burası zamanla pansiyon olmaktan çıkıp eğlence adlı iğrenç bir mekana dönmüştü.
Tahminen 36 ya da 38 yaşında bir kadın elindeki tepsisi ile önümüzden geçerken durup bize baktı. Yüzünde taşıdığı acılar kırışıklıklara yol açmıştı. Kırışıklıkları gizlemek için yaptığı makyaj işe yaramasa bile bu iğrenç mekana uyum sağlamıştı.
"Ne istemiştiniz?" dedi.
"Boş odanız var mı?" diye sordum. Çünkü Kerim, Zeynep ve Evrim neredeyse ayakta uyuyacaktı. Kadın sanki yıllardır bir özlem çekiyormuş gibi bize baktı ve daha sonra bakışlarını kaçırarak kullanılmayan masaya ilerledi. Tepsiyi masanın üzerine bırakıp bize iki oda anahtarı verdi. Daha fazla odası olmadığını söyleyerek tepsiyi aldığı gibi hızla mutfak sandığım yere gitti.
Hepimiz odaların olduğu yere yani girişin sağ tarafındaki merdivenlerden üst kata çıktık. Zeynep ve Evrim aynı odada kalırken biz Kerim ile aynı odada kaldık. Odada iki tane tekli yatak olduğu için sevinmiştim. Küçük sevgilime sarkan bir erkekle yan yana yatmam tuhaf olurdu. Aslında bir erkekle yan yana yatmam bile tuhaf olurdu.
Sabaha kadar Evrim'i düşündüm. O benim kendimi bulduğum yerdi. Aklımı karıştıran, kalbimin yerinden fırlayacakmış gibi atmasını sağlayan, annesini öldürdüğüm küçük sevgilimdi...
Uyuyamamın tek sebebi sadece Evrim değildi. Alt kattan ve odalardan gelen uğultulardı. Zamanla azalarak yok oldu. Yok olduğu zaman ise dışarıdaki sesler beni uyutmamaya başladı. Aslında uyuyamamın sebebi Evrim olmasına rağmen kendime bahane arıyordum.
Güneş doğmaya yakındı. Etraf güneşin batışındaki gibi renk cümbüşübe dönmüştü. Hafif renkler birbirleriyle muntazam bir uyum sağlıyordu. Daha fazla yatakta dönerek ve odada gezerek duramayacağımı anlamıştım. Ses çıkarmamaya çalışarak aşağıya inmeye çalıştım. Fakat eski merdivenler her adımımda gıcırdayarak kimsenin uyanmadığı bir ses çıkardı.
Acıktığım için mutfağa ilerledim. Merdivenler gibi gıcırdayan mutfak kapısı bu pansiyona uyum sağlayacak bir mutfağa açıldı. Tezgahların üzerinde yeni temizlenmiş bardaklar ve tabaklar duruyordu. Mutfak dolapları iyice eskimiş ve camları uzun süredir temizlenmemişti. Buraya giren tek ışık kapının üzerindeki buzlu cam sayesinde sağlanıyordu. Eski ve solmuş saksıdaki çiçek bir köşede ölümü bekliyordu. Buzdolabını açıp baktığımda pek fazla bir şey olmadığını gördüm. Mutfak dolaplarında bulduğum bir paket bisküviyi ve yanındaki içi hazır kahve paketi dolu bardağın içinden bir paket alıp ocakta kaynayan çaydanlığın yanına gittim. Temiz bir bardak alıp kahvemi hazırladım. Bunları bir hırsız gibi yemedim. Edeceğinden fazla parayı mutfaktaki minik masanın üzerinde görülebilecek bir yere bıraktım.
Elimdeki sıcak kahve dolu bardak ve büskivi paketini bitirdikten sonra gidecek iken bir şey fark edip durdum. Yavaşça mutfağın sonuna dogru ilerledim. Dün gördüğümüz o kadın, kapısı olmayan arka taraftaki girişin üzerine oturmuş, sigarasını içiyordu. Aslında geri dönüp gitmek istedim ama hırsız gibi görüneceğimi düşünerek vazgeçtim ve gidip yanına oturdum. Ben oturduğumda kadın hiç bana aldırmadı. Hatta yüzüme dönüp bakmadı bile. Bende cebimden sigara paketimi çıkarıp içinden bir tane aldım. Dudaklarımın arasına yerleştirdim ve babamdan bana kalan çakmak ile yaktım. Aslında sigaranın tiryakisi değildim. Arada bir içerdim.
Oturduğumuz yer kapısız bir giriş olsa bile ikimizin sığabileceği kadar genişti. Fakat üçüncü bir kişi için yer yoktu. Uzun sessizliği bozan o oldu.
"Neden geldin buraya?" dedi.
Soruya soru ile cevap vermek pek adetim değildi. Fakat nasıl olduysa oldu.
"Neden gelmeyeyim?"
Kadın sigaranın külünü parmağı ile hafifçe vurarak dökerken yüzünde hafif alaycı bir gülümseme belirdi. Sonra bana döndü.
"Sende bana acıdın değil mi?"
Sigaramdan bir ölüm öpücüğü daha aldım ve sigara dumanına bakarak söylendim.
"Benim merhamet, acıma gibi saçma duygularım yok."
Kadın tekrar alaylıca gülümserken sol elini sinirle saçlarının arasından geçirdi. Sonra hiç beklemediğim cümleyi kurdu.
"O küçük kız için bu duygulara ihtiyacın var."
Gözlerim kocaman açıldı. Sanki kalbim alevlenmiş, beynim durmuştu. Bir saniye içinde vücudum kasılmıştı. Çatılmış kaşlarımla kadına döndüm. O sadece bana bakmadan gülümsedi ve dudaklarının arasından fısıltı ile iki kelime döküldü.
"Biliyordum. Biliyordum..."
O an kadın olması umrumda değildi. Onu parçalamak, yok etmek istiyordum. Bana döndü ve gülmeyi sürdürdü.
"Bakalım polis bu duruma ne diyecek?"
Beynim durduğu için cümleyi anlamam zor oldu. İçimde bir kaç kez cümleyi tekrar ettiğimde anladım. Sonra bir hızla yerimden kalktım.
Ben cümleyi anlayana kadar o kadın kalkmış ve mutfağa gitmişti. Mutfağa girdiğimde beynim onu öldürmekten başka bir şey düşünmüyordu. Zaten bir katildim. Bir kadını öldürmüştüm, bir tanesini daha öldürsem ne fark ederdi?
Kadın, duvara takılı olan eski telefonlardan birinin ahizesini kulağında tutarken telefonun rakamlarına basıyordu. Bileğinden tutup onu duvar ve kendim arasında sıkıştırdım. Boşta kalan ahize yere doğru düştü. Fakat kablosu duvardaki ahizeye bağlı olduğu için sadece yere 5-6 cm kala durdu ve sağa sola doğru sallandı.
Sağ elimle ağzını kapattım. Çığlık atmaya çalışsa bile duyulmayacak derecedeydi. Bu sırada ahizeden ses gelmeye başladı. Polis memuru uzun bir süre cevap bekleyen sorular sordu ve daha sonra çocukların bu şekilde arayıp dalga geçmesinden nefret ettiğini söyleyerek kapadı.
Bakışlarımı bir an bile onun üzerinden çekmedim.
"Kanının son damlasını akıtana kadar tüm derini yüzüp, kemiklerini kıracağım."
Kadının ağzını o kadar sıkı kapatmama rağmen dudaklarının kıvrıldığını ve gözlerinin kenarlarının gülümserken kırıştığı belli oluyordu. Bu çirkef yüzüne kocaman bir yumruk indirmek istiyordum. İçimdeki vicdan duygusu sevdiklerimin ölümüyle teker teker kırılsa bile kırıntıları bir kadına el kaldırmamı engelliyordu. Sakinleşmeye çalıştıkça aklıma bu kadının bizi ihbar ederse dokunmaya kıyamadığım küçük sevgilimin ellerimden kayıp gideceği aklıma gelince çıldırıyordum. Bu kadının yaşaması ve ölümü bile bana bela getirecekti. Elimi ağzından çektiğimde parmaklarımın çenesinde ve yanaklarında iz bıraktığını gördüm. Arkamı dönüp gitmeye hazırlandığımda onun sözleriyle durdum.
"Bir ölüyü daha ne kadar öldürebilirsin ki?"
Sadece omuzumdan bir bakış attım. Onun hem gülüp hem ağlamasını izledim. Elinin tersiyle gözyaşlarını silerken acıyla gülümsüyordu. Belki çoğu kişinin bu kadına karşı kötü hisleri o an değişmiş olabilirdi ama benim hislerim yoktu. Bu yüzden kadına daha fazla iğrenerek baktım. Mutfaktan çıkmak isterken arkamdan söylendi... Yere yığılmış biçimde oturup bana bakıyordu.
"O kıza iyi bak! Onu yemek isteyen bir kurt var." dedi alaylıca.
Hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Son basamağa geldiğimde Evrim ile karşılaştım. Koridorun ortasında esneyerek geriniyordu. Beni gördüğünde kocaman gülümsedi. Gülümserken gözleri kısılmıştı.
"Günaydın Bora Abi!"
Durdum ve sustum. Bu anı biraz daha izlemek istedim. Bir daha asla bu anı yaşayamayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...