Çoktan içeri girmiştik. Hatta tanışma kısmını bitirip yemekten sonraki tatlı için salona geçmiştik. Herşey normal gidiyordu. Tek bir şey dışında. Evin 15-16 yaşlarındaki oğlu.
Teyzenin 3 oğlu 1 kızı vardı. Kızını evlendirdikten sonra büyük oğlunu da evlendirmiş, ortanca oğlunu üniversite için gurbete göndermişti. Şimdi ise içtiğim çayı burnumdan getirerek bana sorular soruyordu.
"Annen neden bir daha evlendi ki yavrum? Sen çalışırsın, annen çalışır, idare ederdiniz evi..."
"Zaten ben istedim evlenmesini. Babamın yokluğunda iyice harap etti kendini. Eve kapanacaktı neredeyse."
"Aaa! Olur mu hiç öyle?! Kadın dediğin dimdik ayakta duracak. Ne öyle eve kapanmalar falan..."
"Biliyorum teyzecim."
Kadın elindeki çay bardağını dikkatle masaya bıraktı. Sonra gülümseyerek Evrim'e döndü?
"Hadi siz Atahan ile içeri geçin."
Kadının gözleri Atahan'a kaydı.
"Bilgisiyarını Evrim'e göstersene oğlum."
Atahan sıkıntıyla oflayarak ayağa kalktı.
"Gel Evrim!" dedi.
İçimdeki kaynar kazan soğuk soğuk terler attırıyordu. Kulaklarımın uçlarına kadar kızarmıştım. Tüm kan yüzüme hücum ederken sıcak çayı bir dikişte bitirdim.
"Bir bardak daha doldurayım mı?"
"Su verebilir misiniz?"
"Tabiki."
Kadın kalkıp mutfağa gidince adam konuşmaya başladı.
"Çok konuşuyor değil mi?"
Nezaketen gülümsedim. Adam gülerek söyledi.
"Kendi karım diye demiyorum FBI'dan daha çabuk bir adamın soyunu, sopunu, sülalesini öğreniverir. Bizim mahallenin Sherlock Holmes' u..."
Kadın elinde kocaman bir bardak su ile dönüp bana uzattı. Bir yandan kocasına laf yetiştirdi.
"Gene beni çekiştirdin değil mi kör olmayasıca!"
Adam kahkahalar ile gulerken kızarmıştı. Kadın da adamın gülüşüne katılınca birisinin beni bu tımarhaneden kurtarmasını diledim. Evrim içeride it herif olma yolunda hazırlanan bir ergen ile yanyanaydı ve ben burada iki psikopat ile oturuyordum. Birden sanki Evrim iç sesimi duymuşçasına içeri girdi.
"Bora abi, yarın Atahan'ın futbol turnuvası var. Izlemeye gidelim mi?"
Ben daha tek bir kelime etmeden kadın araya girdi.
"Aman ne iyi olur. Bende börek, sarma, kısır yaparım. Hep beraber oturur izleriz."
İçimdeki ses bu kadını öldürmek istiyordu. Hatta kocasını da...
Bir bahane uydurarak ayağa kalktım.
"Artık bize müsade yarın yapılacak çok işim var."
"Aman biraz daha kalsaydınız!"
"Geç oldu. Gidelim artık!"
"Gene bekleriz."
Evden çıktığımızda Evrim'in zorla taktırdığı kravatı gevşetip derin bir nefes aldım. Yemek ve deterjan kokan o evden çıktığım için rahatlamış, ferahlamıştım.
Elimi Evrim'in omuzuna attım.
"Eee, neler yaptınız Atahan'ın odasında?"
"Hiç~"
"Nasıl hiç?"
"Hiç işte!"
Evrim benden bir kaç adım hızlı giderek eve girdi. Ben ayakkabılarımı çıkarırken o merdivenlerden çıkmış odasına gitmişti. Yürürken ceketimi çıkarıp koltuğa fırlattım ve gidip kanepye uzandım. Işığı acma gereği duymamıştım. Perdenin ardından gelen sokak lambasının ışığı salonun bir kısmını aydınlatıyordu.
Tavanı izlemek hayal kurmama neden oluyordu ve hayallerim çocuksu bir saflıktaydı.
Ormanın içinde bir evimiz olsaydı. Sırtımı bir ağaca yaslayıp, gözlerim kapalı doğayı dinlerken Evrim gelip kucağıma oturuyor ve yanağıma minik bir öpücük konduruyor. Gözlerimi açtığımda pembeleşmiş yüzünü görüp gülümsüyorum.
"Kimi düşünüyorsun böyle uzun uzun?"
"Küçük sevgilimi..."
Evrim gülümseyerek elini kocaman olmuş karnına koyuyor.
"Hani ben senin küçük sevgilindim?"
"O kocaman karnınla hâlâ küçük olduğunu düşünüyor musun?"
Evrim gülümsemesini bırakıp kaşlarını çatıyor.
"Öyle olsun Bora Bey! Bu akşam burada yatarsın artık."
Onun beceremediği bu kızgınlığa bir öpücük ile karşılık veriyorum.
"İlk önce kalbimi, sonra aklımı ve daha sonra kendimi kaybettim senin aşkından. Asla kaybetmeyeceğim bir şey var."
"Neymiş o?"
"Sen!"
Evrim kocaman gülümsedi.
"O listeye kızımızı da eklemelisin." diyerek elimi kocaman karnına dokundurdu. O sıcaklığı hissederken uyandım.
Gözlerimi açtığımda Evrim ile yüz yüze geldik.
Ellerini yumruk yapıp çenesine koymuştu ve beni izliyordu. Eğer birkaç santim ileri gelsem öpebilirdim onu. Ama yapmadım. Hızlıca doğruldum ve Evrim'e baktım. Ben ne olduğunu sormadan o cevapladı.
"Uykunda konuşup, gülüyordun. 'Küçük', 'Kalbim', 'Sen' dedin."
Derin bir nefes aldım.
"Nasıl bir rüyaydı anlatsana! Çok güzel gülümsüyordun."
"Boşver! Sen yemek mi yaptın?"
Evrim onayladığını belli eden bir ses çıkardı. Mutfağa gittiğimde neredeyse her yer batmıştı fakat yemekler harika görünüyordu.
Yemekten sonra ev temizliğine başlamamız gerektiğini söylediğimde oflayarak bana baktı.
Sofrayı ben kaldırırken odasına gidip geldi. Döndüğünde şaşkınca ona baktım. Pijamasını dizlerine kadar kıvırmıştı başına eski bir bezle bağlamıştı.
"İşte şimdi hazırım!"
gülmemek için kendimi zor tuttum. Çünkü o teyzenin minik versiyonu gibi duruyordu.
O yerleri silerken ben mutfağı temizliyordum. Bu evde çok uzun kalmayacaktık fakat bu kadar pis ve neredeyse hiç temizlenmemiş yerde yaşarsak hasta olabilirdik.
Odaları ve banyoyu temizledikten sonra iyice bir yuvaya benzemişti. Hayallerimdekine benzediği söylenemezdi fakat Evrim olduktan sonra bana cehennem bile cenneti.
Akşam yemeğini beraber hazırladık. Tek eksiğimiz ekmekti.
"Ben ekmek almaya gidiyorum!" diye sofrayı hazırlamayı yeni bitirmiş Evrim'e seslendim. Birden koşarak geldi.
"Ben giderim!"
"Akşam oldu. Bu saatte-"
"Ne olacak ki? Hemen sokağın diğer ucu. Hemen gidip gelirim."
"Öyle olsun. Beraber gidip geliriz."
"Bir ekmek için mi? Ben hemen alıp gelirim."
Evrim elimden parayı alıp hızla ilerledi. Bende dönüp salatayı hazırladım. Salatayı yaptıktan sonra özenle masaya yerleştirdim ve Evrim'i merak edip, perdenin kenarından yola baktım.
Evrim buraya doğru geliyordu. İçime bir rahatlık doğmuş gibi olurken içimde şimşekleri uyandırdı birileri.
Evrim'in yaşlarında esmer, uzum boylu elinde basketbol topu sektiren bir çocuk, küçük sevgilime yaklaştı. Aşağıya inip o p*çi dövecek iken durdum. Çünkü ikisi konuşuyordu. Evrim bana gülümsediğinden daha farklı gülümsüyordu. Kalbim olduğu yerde sıkışıp kaldı. Bedenim buz kesti fakat içimde volkanlar patladı. Evrim ile bir süre öylece konuştular. Fakat Evrim o gülüşünü bırakmıyordu. Bu kadar uzakta olmasam ne konuştuklarını duyacaktım. Dudak okumayı iyi bilsemde bu kadar uzaktan ve sokak lambasının ışığı yüzünden okuyamıyordum. Vedalaşıp ayrıldılar.
Evrim hızlı adımlarla eve gelirken kendime gelmeye çalıştım ve yavaşça perdenin yanından çekildim. Kapı açıldı ve ardından gıcırdayarak kapandı. Sonra hızla merdivenlerden çıkıp üst kata geldi. Pembeleşmiş yanaklarının koştuğundan olması için dua ettim.
"Eee yemek yemiyor muyuz Bora abi?"
Sadece başımı salladım ve onun arkasından sofraya geçtim. Yemek yerken o çocuk aklımdan çıkmıyordu. Ne demişti Evrim'e de onun yanakları bu kadar kızarmıştı? Evrim sırf o çocuğu görebilmek için mi çıkmıştı dışarı? Dayanamıyorum!
"O çocuk kim Evrim?"
Evrim su içerken sorduğum için tıkanıp kalmış öksürmüştü.
"Hangi çocuk Bora abi?" diyebildi zorla.
"Yanaklarının kızarmasına ve bahsinde bile suyun boğazında kalmasına neden olan şu çocuk?"
Evrim endişeli bir şekilde bana nakmaya devam etti. Masum rolü oynamaya çalışsada beceremiyordu.
İşte bu nefrete dayanamıyordum. Onun hiçbir şeyi değilken onu kıskanıyordum ve sahipleniyordum. Bu yüzden tek kelime etme hakkım olmuyordu. Ben onun neyiyim ki? Yıllar sonra bir anda çıkıp gelmiş en büyük belası olan 'Bora Abi'si...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...