Annesinin mezarının başında söylediği cümleler şimdi bile aklımdan çıkmıyor. Onu oradan ayırmaya çalışmak dünyanın en zor şeyi olmalıydı. Gözlerinin altı ağlamaktan solmuş, dudakları aglamamaya çalışmak için dişlerini geçirmesinden patlamıştı. Onu dedesinin evine götürdüm. Valizlerini arabadan indirdim. İçimden bir ses onun benimle gelmesi için bir teklif sunmamı istiyordu. Çünkü onu burada bırakmak istemiyordum. Son valizi de yanına bıraktığında anlayamadığım bir hızla parmak uçlarına kalkıp boynuma sımsıkı sarıldı. Kokusunu içime çektim. Son sözü "Özür dilerim Bora... Abi" oldu. Arabaya bindim ve ilerledim. Ben gidene kadar arkamdan baktı. El sallamadı.
Ve şimdi bu saçma yolculuğumuzun üzerinden 7 sene 3 ay 9 gün geçmişti. Geçen gün Evrim'den bir not geldi. Sade bir yazıyla beni davet etmişti. Bilmiyorum ama göğsüm onun adını görünce yeniden atmaya başlamıştı sanki. Erkenden kalkıp giyindim ve traş oldum. En çok sevdiği takımımı giydim. Belki rengi solmuştu ama hala oluyordu. Garaja gittiğimde arabaya baktım. Bir emektar gibi Evrim ve beni bekliyordu. Yola koyulduğumda yanımdaki koltukta küçük Evrim'in varlığını hissediyordum. Gülüyor, ıslık çalıyor ve "Bora abi" diyordu. Bir ümit bozuk olan radyoyu açtım. Sanki bana acımış gibi çalışmaya devam etti. Hava hafif çiseliyordu. Ve radyoda Eksik Bir Şey Mi Var? şarkısı çalıyordu. Evrim ile geçtiğimiz yerlerin çoğu yıkılmış, Avm olmuş veya taşınmıştı ama o ayağını kestiği derenin yanındaki restorant duruyordu. Gidip aynı yere oturdum ve aynı şeyleri sipariş verdim. Yemek yerken Evrim'i bunca zamandır ne çok özlediğimi fark ettim. Yol üzerinde bir yerden Alman pastası aldım. Evrim bayılırdı, hatta öyle bir yerdi ki yemeseniz bile yemiş kadar olurdunuz.
Gene oradaydım. Ağaçlık ormanın arasında 2 katlı bir evin önündeydim. Kocaman bahçede gene aynı yerde duran masada Evrim bana sırtı dönük bir şekilde oturuyordu. Bahçe biraz değişmiş, en azından o kış gününe göre baharın bilmem kaçıncı günü daha karamsar duruyordu. Arabanın arkasından küçük hir çanta çıkartıp ilerledim. Her adımımda kalbim uçuyordu sanki. Evrim'in karşısındaki sandalyeye oturdum. Gözlerini kitabından kaldırıp bana baktı. Saçlarını omuz hizasında kestirmişti,omuzları biraz çökmüş ve yüzü parlaklığını yitirmişti. Gözlerinin yanında stresten hafif kırışıklıklar olmuştu. Ama aynı güzelliğini koruyordu. Sanki Evrim her zamanki Evrim'di. Sadece zaman onu itekleyerek büyümeye zorlamıştı. Şaşkın bir ifadeyle bana bakmasını ummuştum ama öyle yapmadı. Sadece erken gelmeme şaşırdığını söylemişti. Sanırım o da büyüdükçe duygularını yansıtamamaya başlıyordu.
"Değişmiş miyim?" diye sordum. Sadece sessizliği bozmak için. Gözlerimin en derinine baktı. Belki biraz daha derine baksa kendini görecekti.
"Aynı... Peki ya ben?"
"Sen hala büyük bir çocuksun."
Gülümsedi ve ona yakışan kırışıklıkları belirginleşti. Sonra cebinden bir paket meyveli olan sigaradan çıkarıp dudaklarına yerleştirdi ve ellerini bir baraj gibi önüne siper ederek yaktı.
"İster misin?" diye sordu.
"Sigarayı bıraktım."
Evrim'den sonra hiçbir şeyin tadı gelmiyordu ki... Hatta belki hayatımın en büyük hatasını anlatırken bu yüzden detaya girmeden hızlıca geçmiştim. Aklıma geldikçe kötü oluyordum ve sigara bile kesmiyordu beni.
Masanın üzerindeki sıcak porselen çaydanlık ve iki bardak sanki bizim için hazırlanmıştı. Porselen çaydanlığın desenine bakarken sordum."Birisini mi bekliyordun?"
"Öylesine... Bazen iki bardak koyuyorum. Alışkanlık olmuş herhalde."
Çayına şeker atmadı. Normalde Evrim bir dağ kütlesi gibi şeker atar şerbet gibi yapardı çayı.
"Şekeri mi bıraktın?"
"Diyabet hastası olduğum için zararlıymış."
"Diyabet?"
"Evet. 3 sene önce öğrendim. Gizli diyabet olduğu için..."
Durdu ve derin nefes aldı. Parmağındaki yüzükle oynadı.
"Kocan ne yapıyor? Gene mi Almanya'da?"
"Evlendiğimizden beri evde durmuyor zaten. Bu gidişle oğlumu da tek başıma doğuracağım."
Evrim elini şişmiş karnına koydu. Acı içinde gülümseyerek baktım. Bir zamanlar hayallerimin sahibi kız, en yakın arkadaşımın hatta kardeşim dediğim erkeğin çocuğunu karnında taşıyordu. Ne çok isterdim Kemal'in yerinde olmayı...
Evrim ince parmaklarıyla izmaritini kültablasına bastırdı ve attı. Bana dönüp sordu.
"Melike'ye ne olmuştur acaba?"
"2 sene önce evlendi... 2 oğlu 1 kızı var. Hatta bir keresinde karşılaştık. Beni görünce gözleri doldu ve gelip özür diledi. Boşandıktan sonra rehabilitasyon merkezine yatmış. Bir hasta yakını ile tanışıp evlenmiş."
Evrim geri yaslandı. Gözlerini yerdeki çimlere çevirerek baktı.
"Demek herkes kendi hayatına bakmış."
İçimden yıllar önce sormak istediğim soru geldi.
"Benimle gelmek ister misin?"
Evrim yüzüme dalga geçiyormuşum gibi baktı. Dalga geçmediğimi anlayınca doğrulup konuşmaya devam etti.
"Delirdin mi sen? Bu hamile halimle nereye gideceğim? Hem Kemal ondan habersiz gittiğim için çok kızar."
"Sadece şaka yapmıştım."
Evrim güldü.
"Bazen o kadar ciddi davranıyorsun ki seni anlamak çok zor oluyor."
Gülümsedim.
"Ben kalkayım artık. Daha sonra gene gelirim."
Evrim kalkmak için doğrulmaya çalıştı. Oturmasını söyledim ve hızlı adımlarla arabaya ilerledim. Valizini ve Alman pastasını orada bıraktım. Arabaya bindiğimde canım acıyor, kelimler boğazıma saplanıyordu. İşte şimdi annemin mezarının başındayım. Arabayı ileriye park ettim. Üzerimde hala Evrim'den son kez ayrılırken giydiğim kıyafetler var. Belki vedalaşmamızım ardından 3 saat geçmiştir. Bilemiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var ki artık benim tutunacağım bir dalın, sığınamayacağım küçücük kolların, hissedemeyeceğim tatlı nefesin olmayışı...
Hava cidden bana nispet yapar gibi güzel. Ne soğuk ne de sıcak. Kuşların sesi duyuluyor sadece. Ara sıra dalların arasından güneş ışığı çarpıyor gözüme. Şimdi oturmuş annemden bana kalan ajantanın son sayfasını yazıyorum.
Demek ki benim yolumun sonu burasıymış.
Bora ajantayı kapatıp göğsüne bastırdı ve annesinin yanına uzandı. Yan taraftaki tabancayı kavradı ve ağzının arasına yerleştirdi. Gözyaşları kayıp toprağa düşüyordu. Ağzında hissettiği metal ve makine yağını önemsemeyip silahı beynine doğrulttu. Bir el ateş sesi duyuldu ve dallardaki kuşlar havalandı. Evrim, Bora gittikten sonra gözyaşlarını tutamamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Belki o gün Bora'ya kal deseydi bugün daha farklı olabilirdi. Bora'nın öldüğünden habersizce ağladı...
Ne kadar daha yaşayacağını, yarın neler olacağını, insanların ne zaman değişeceğini biliyor musun?
Sarıl o zaman sevdiklerine. Sanki son nefesini biraz sonra verecekmişcesine...Okuduğunuz Toplam Kelime Sayısı: 21,844
![](https://img.wattpad.com/cover/41168502-288-k98469.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...