Ertesi sabah uyandığımda arabanın sürücü koltuğundaydım. Koltuğu iyice geri yaslamıştım ve sabit bir şekilde uyuduğumdan belim ağrıyordu. Kızgın güneş ışıkları arabanın içini saunaya çevirmiş ve sanki işlediğim günahlar yüzünden beni yakıyordu. Sonunda dayanamayarak kalktım. Kolumdaki saate baktığımda saat 13:25 olduğunu gördüm. Hızla toparlandım. Çünkü Evrim uyanmış olmalıydı.
Koşarak pansiyona girdim. Pansiyonun girişinde durup Evrim'i izledim. İki çalışan Evrim'in ağlamasına engel olmaya çalışıyordu. Evrim hüngür hüngür ağladığı için burnu ve gözlerinin kenarları kızarmıştı. Beni gördüğünde öyle bir hızla koşup belime sımsıkı sarıldı ki anlatamam. Başını karnım ve göğsüm arasındaki yere yaslamıştı. Çünkü boyu ancak oraya yetiyordu. Hıçkıra hıçkıra söylendi.
"Senin de beni bıraktığını düşünmüştüm."
Onu rahatlatmak için elimi yavaşça omuzuna koydum. Mavi gözleriyle bana baktı. Baş parmağımla onun gözyaşlarını sildim.
"Seni bırakmam. Merak etme. Eğer ben gidersem kim senin gibi bir obura katlanır ki?"
Evrim gözyaşlarının arasında gülümsedi. Çalışanlar durumu anlayınca işlerine geri döndüler. Bizde pansiyondan çıkışımızı yapıp yola devam ettik.
Evrim yanımdaki koltuğa iyice yayılmış ve ayaklarını torpidoya doğru uzatmıştı. Elinde benim pansiyondan aldığım çizgiroman vardı. En azından yol boyunca susmasını sağlıyordu.
"Evrim!"
"Efendim Bora abi?"
"Eğer gerçekten seni bırakıp gitseydim ne yapardın?"
"Kendimi öldürene kadar ağlardım."
"Neden öyle bir şey yaparsın ki? Gençsin... Yaşaman gereken uzun bir ömür var."
"Olsun. Kimsem olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı olur ki? Hem ben bir daha yüzüstü bırakılmayı kaldıramazdım."
Sustum. Sonra cevabını bulamadığım bir soruyu ona sordum.
"Benim de kimsem yok. O zaman bende mi ölmeliyim?"
"Ölme!"
"Yaşamam için bir sebep yok ki?"
"Ben senin sebebin olurum. N'olur ölmeyi aklından geçirme."
"Neden bana bu kadar iyi davranıyorsun?"
"Çünkü..."
Durdu ve düşündü. Sonra hızla cevap verdi.
"Çünkü sen benim sebebim oldun. Ben neden senin sebebin olmayayım?"
"Nasıl yani? Ben senin yaşama sebebin miyim?"
"Evet. Çünkü o gün sen gelmeden önce ölmeyi planlıyordum. O yüzden sen girmeden önce evdeki intihar edeceğim eşyaları kaldırdım."
Bu sefer gerçekten sustum. Hem kızın annesini öldürüyor hem de onu hayata bağlıyordum. Ben nasıl bir insandım?
İnsanların hayatlarını karartan katil Bora mı yoksa genç bir kızın hayatını kurtaran bir Bora mıydım?
Tamamen karışmıştı herşey.
O sırada Evrim'in sesi ile kendime geldim.
"Bak Bora abi! Burada kahvaltı yapabiliriz."
Evrim'in gösterdiği yere baktım. Pek tekin bir yer gibi gözükmüyordu fakat ikimizde ne dün akşam ne de bu sabah bir şey yememiştik. Yavaşça arabayı bir köşeye park ettim ve beraber içeri girdik.
İçerisi bir köy evi gibi dizayn edilmişti ve masalar tahtadandı. Yaşlı bir kadın yanımıza geldi ve ne istediğimizi sorup tekrar arka tarafa gitti. Evrim ve ben cam kenarına yakın bir yerde oturmuş öğleden sonra yapacağımız kahvaltıyı bekliyorduk. Evrim bu sessizlikten sıkılıp bir soru sordu.
"Bora abi en sevdiğin renk ne?"
"Benim en sevdiğim diye bir şey olmaz. Ben tek bir şeyi severim. Gerisine bakmam."
Evrim gözlerini kocaman açarak bana baktı ve ağzından "Vay canına!" diye bir ses çıktı. Sonra hızla yanından ayırmadığı mavi çantasından minik not defteri ve bir kalem çıkardı. Yüzüme tekrar aynı bakışlarla baktı.
"Bir daha tekrar etsene Bora abi."
"Neyi?"
"Az önce söylediğini."
"Yani 'Neyi?' dediğimi mi soruyorsun?"
Oflayarak bakışlarını değiştirdi. O sırada yaşlı teyze büyük bir tepside kahvaltı menüsünü getirdi. Ne ararsan vardı içinde.
Ben önce çayımdan bir yudum aldım. Hep şekersiz içerdim. Evrim ise ellerini ovuşturup çatalını pastırmalı omlete daldırdı. Gerçekten onu yemek yerken izlemek bir belgesele bedeldi. Çünkü yeni yeme şekilleri görüyordunuz.
Evrim benim sadece çay içtiğimi görünce sordu.
"Sen neden bir şey yemiyorsun?"
"Banada bir şeyler bırakırsan yiyeceğim elbette."
"Ben gelişme çağındayım. Ondan böyle yiyorum."
Doğru söylüyordu. O gelişme çağındaydı. O yüzden bu kadar çocuksu ve saf bir güzelliği vardı. Onun bir 5-10 yıl sonraki halini düşünmeye çalıştım ama yapamadım. Çünkü basenleri büyümüş, göğüsleri kavislenmiş, yüzü sivilce torbasına dönmüş bir kız olarak hayal edemiyordum.
Zaman ne zalimdi değil mi? Büyüdükçe sizi daha da mahvediyor. Önce çocukluğunuzu, sonra güzelliğinizi daha sonra gençliğinizi ve en sonunda da ömrünüzü beklenmedik bir şekilde bitiriyordu. Ve bunlar gerçekten göz açıp kapayana kadar başlayıp bitiyor.
Yemekten sonra tatlı isteyip istemediğini sordum. Ve beni şaşırtan olumsuz cevabıyla gülümsedi.
Teyzeye parasını vermeye gittim. Döndüğümde ise Evrim yoktu. Yani beni bırakıp gitmiş miydi? Hani tek yaşama sebebi bendim?
Hızla dışarı çıktım. Etrafa baktım. Yolun her iki köşeside ağaçlıktı. Birden Evrim'in çığlığı geldi. Koşarak çığlığın geldiği yere gittim. Kalbim küt küt atıyordu. Bu kadar sakin görünen bu yerden elbette korkacaktım. Çünkü en çok sakin şeyler insana zarar verir. Tüm kötülükleri içinde biriktirirken dışarıya sakin görünür.
Mekanın arkasındaydı. Çağlayan minik bir su akıntısının yanında ayakkabıları, çorapları ve mavi çantası duruyordu.
Etrafa iyice bakınca onu gördüm. Suyun biraz ilerisinde oynuyordu. Ayaklarını suya sokmuş koşuyor, eğleniyordu. Sol yanına düşen saçlarını elleriyle toparladı ve bana döndü.
"Bora abi gelsene! Su çok güzel."
Sonunda rahat bir nefes alabildim. Yavaşça avımı korkutmadan ilerledim. Ellerim cebimdeydi.
"Demek ki senin için o kadar da önemli değilmişim. İstediğin zaman beni bırakıp gidebilirmişsin. Ama biliyor musun?"
"Neyi?"
"Şimdi bunun cezasını ödeyeceksin."
Hızla ayakkabımın ucuyla ona su sıçrattım. Evrim gülümseyerek ona doğru sıçrattığım sulardan kaçıyor. Çıplak ayaklarıyla suyun içerisinde ilerlerken bir yandan bana su sıçratıyordu. Uzun bir su savaşını kesen bir taş oldu. Evrim ayağını tutarak yeşil çimenlerin üzerine oturdu. Onun yanına gidip önünde eğildim. Ayağını kesen taş yüzünden oluk oluk kan akıyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Daha sonra aklıma barlarda çıkardığım kavgalar sonucu oluşan yaralara ne yaptığımı hatırladım. Tişörtümü çıkarıp bir bez haline getirip ayağına sardım. Evrim ise tek bir kelime etmeden bana bakıyordu. Aslında ona baktığımda bakışlarını benden kaçırmıştı. Kalkmasına yardım edip arabaya bindirdim. Sonra da bagajdan yeni bir tişört çıkarıp giydim.
Yolculuğa devam ederken Evrim tek kelime etmemiş camdan dışarıyı izlerken uyuya kalmıştı. Ona bir şey söylemeden arabayı sürmeye devam ettim. Fakat güneş batıp hava iyice karardığında bu beni şüphelendirmişti. Kısa bir süre tekrar Evrim'e baktım. Başını cama yaslamış bana doğru olan tarafa saçlarını atarak yüzünü iyice kapamıştı.
"Evrim, iyi misin?"
İniltiye benzer bir sesle karşık cevap verdi.
"Üşüyorum Bora abi!" dedi
Sol elimle direksiyonu tutarken sağ elimi alnına koydum. Yemin ederim ki Evrim bir kazan dairesi kadar sıcaktı.
O an ne yapacağımı bilemedim. Ve lanet olsun ki şu aptal yolda bir durabileceğimiz hastane ya da herhangi bir pansiyon yoktu. Gecenin karanlığında iyice gaz pedalına bastım. Çünkü birisinin daha hayatının mahvolmasına asla izin veremem...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...