O ara sokakta, kimsenin görüp ya da duyamayacağı bir yerde kavga ettik. Aslında tek başıma iyi iş çıkarmıştım ama bu film ya da bir masal değildi. Bu yüzden adamlar teker teker gelmedi ve kemiklerim sızlayıp, gücümü kaybedene kadar dövdüler. Öksürürken bile kan kusuyordum. Gözlerimi açtığımda hava hafifçe mavileşiyordu. Altında olduğum ağacın dalından bir karga acıyla ses çıkararak uçup gitti. Kendimi zorla yerden kaldırdım. Bir iki kez dengemi kaybedip tökezlesem ve başım dönse bile ilerlemeye devam ettim.
Kollarım ve bacaklarımı hissedemiyordum. Sadece yoğun bir acı vardı. Pansiyonun giriş kapısından girdiğimde sadece yaşlı hizmetli vardı. O da beni görmemişti zaten. Tökezleyerek ve yalpalayarak yeni pansiyonun merdivenlerinden çıktım. Pansiyon bir ölüm sessizliğine sahipti. Üst kata varabildiğimde durdum. Çünkü Evrim tavşanlı pijamasıyla odasından çıkmış ve gözlerini ovuşturarak ilerliyordu. Ona doğru birkaç adım attığımı bile farketmedi. Uykudan yeni kalmış olduğu belli oluyordu. Aramızda yaklaşık 5-6 minik adım kaldığında daha fazla dayanamayıp dizlerimin üzerine çöktüm. Evrim bu sesle irkildi ve ellerini gözünden çekerek bana baktı. Evrim'in arkasında, koridorun sonundaki pencereden içeri ışık süzülüyordu. Bu Evrim'in benim suratımı iyi görmesini sağlarken tam tersine ben onu sadece bir gölge gibi görüyordum. İlk önce şaşırdı ve vakit kaybetmeden koşup yumuşak ellerini gerçek kan ve ter içinde kalmış suratıma koydu.
"B-Bora abi, ne oldu sana böyle?!"
Korku dolu gözlerle bana baktı. O an keşke daha fazla gücüm olsun diye dua etmiştim ama onun yumuşak ellerini öpüp koklayacak gücüm yoktu. Sadece bir kaç cümle söyleyebildim.
"Evrim, sakın unutma! Ben iyi biriyim. Sadece canımı yakıyorlar..."
Ağzımdan zorla çıkan bu kelimlerden sonra gücüm iyice tükenmiş kendimi Evrim'in sıska ve çelimsiz kolları arasında bulmuştum.
Başım onun boynu ve göğsü arasındaki yere geldiğinde içimdeki saklı mutluluğu hissettim. Öyle böyle bir mutluluk değildi. Saf, temiz, huzurlu ve çocuksu bir mutluluktu. Beni çocukluğuma, 5-6 yaşımdaki zamanıma götürmüştü. Geceleri korkup halamın yanında uyuduğum zamanları hatırlattı. O savunmasız halim ne paha biçilmez ve huzurluydu. Tek korkum gecelerin ıssız karanlığıydı ve ben şimdi o gecenin ıssız karanlığıyım. Tek korkum ise Evrim'in yokluğu...
Gözlerimi açtığımda ilk Evrim'i gördüm. Küçük elleriyle elimi sımsıkı tutup başını birleşen ellerimizin üzerine yaslarken sandalyede uyuya kalmıştı. Zeynep odanın köşesinde çantasını karıştırıyordu. Zorla konuşmaya çalıştım.
"Saat kaç?"
Zeynep ürperdi.
"15:39..."
Evrim yavaşça doğruldu ve sıcacık ellerini elimden çekerek gözlerini ovaladı. Sonra benimde uyandığımı gördü ve boynuma atıldı. Benim için endişelendiģini söyleyip durdu. Zeynep onun beni boğmayı bırakmasını söyleyince özür dileyerek geri çekildi. Bende doğrulup başımı ovaladım. O adamlar bir saniyeyi bile kaçırmazdı. Bu yüzden hızlı olmalı, izimizi kaybettirmeliydik. Hızlı adımlarla kapıya ilerledim.
"15 dakika içerisinde arabada olun!" dedim.
Arabada onları beklerken yolu dikkatle izliyordum. Şüpheli hiçbir şey yoktu.
Zeynep yanımdaki, Evrim ise arka koltuğa geçti.
"Kerim nerede?" diye sordum.
"Bizi bekliyor. Ben sana tarif ederim yolu. Önce şu ağrı kesiciyi iç."
Zeynep'in uzattığı ağrı kesiciyi bir şişe su ile içtikten sonra Kerim'in olduğu yere Zeynep'in tarifi ile gittik. Durduğumuz yer bir otogarın girişiydi. Zeynep kısa bir konuşma yapmaya çalıştı.
"İkinizi de tanıdığım için çok mutluyum. Asla yaşadığımız bu anıları unutmayacağım. Sizden özür dilerim. Çünkü aniden gitmek zorunda kaldım. Bu yüzden size kısa bir veda etmek-"
Evrim, Zeynep'in sözünü tamamlamasını beklemeden hızla arabadan indi. Onun ardından Zeynep ile bizde arabadan çıktık.
"Hepiniz yalancısınız!"
Evrim hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
"Annem uslu bir kız olduğumda mutlu olacağımı söylemişti! Ama o da yalan söylemiş."
Zeynep, Evrim'in gözyaşlarını sildi.
"Özür dilerim Evrim! Ama benimde eve dönmem gerek."
"Niye?! Bizimle mutlu değil misin? Söz veriyorum daha çok uslu olacağım!"
Zeynep kendi gözyaşlarını tutmaya çalışırken Evrim'i sımsıkı sardı.
"Ağlama! Benide ağlatıyorsun Evrim. Lütfen iyi bir kız ol. Hem sana bir daha hiç geri dönmeyeceğim demiyorum. İstediğin zaman tekrar dönerim."
"Şimdi dön!"
"Evrim lütfen yapma! Bak burada benim telefon numaram var. İstediğinde beni arayabilirsin."
Evrim, Zeynep'in uzattığı kağıdı aldı.
"Gitme lütfen!"
"Geri döneceğime emin ol!"
Zeynep Evrim'e sımsıkı sarıldı. Sonra uzun süre kulağına bir şeyler söyledi. Fakat ben bunları yapılan anons sesleri yüzünden duyamadım. Zeynep ve Evrim sarılmayı bıraktıklarında Zeynep'in gideceği yer için anons yapılıyordu.
"Gitmene izin veriyorum ama geri döneceğine söz ver!"
"Söz!"
Evrim ve Zeynep serçe parmaklarını birleştirip gözyaşlarının ardından birbirlerine gülümseyerek sarıldılar. Zeynep gelip banada sarıldı. Mecburen bende ellerimi onun sırtına hafifçe koydum. Arkadaşça bir kucaklaşmaydı. Geri çekilmeden önce kulağıma fısıldadı.
"Evrim'e iyi bak. Onu üzersen bende seni üzerim!" dedi fısıltıyla.
Sonra valizlerini alarak otogara doğru ilerledi. Evrim, Zeynep gözden kaybolana kadar arkasından el salladı. Daha sonra arabaya bindi. Uzun bir süre bana fark ettirmemeye çalışarak ağladı ve sonunda uyudu.
Rüyalarını görmeyi isterdim. Acaba ne görüyordu? Daha önce iki kez eski rüyalarından bahsetmişti. Fakat ben şimdi ne gördüğünü merak ediyordum. Belki beni rüyasında görüyordu. Fakat ben kabustan başka bir şey değildim. Ona mutsuzluk ve korkudan başka bir şey veremezdim.
Aslında cidden iyi biriyim ben. Fakat daha sonra benden mutluluğumu çaldılar, çocukluğumu acılarla doldurdular, kalbimi parçaladılar, canımı yaktılar. Şimdi ise elimde kalan tek şey küçük sevgilimin aşkı. Bunu kaybedersem... Düşünmek bile istemiyorum.
"Bora abi ben acıktım."
Neredeyse gece olmuştu. Bu saatte açık bir restoran bulmak samanlıkta iğne aramaya benzerdi. Bu yüzden hamburgercilerden birinin önünde park ettim. Siparişlerimizi alıp üst kata çıktık. Bu üst katta duvarlar camlardan oluştuğundan hem yolu gözlemleyebildiğim hem de bomboş olduğu için seçmiştim. Ben büyük boy Evrim ise normal boy almasına rağmen hamburgerlerimizi değiştirmiştik. Ben hamburgerimi bitirip patatesleri yemeye başladığımda o hâlâ hamburgerini yiyordu. Patatesi ketçap paketine daldırırken söyledim.
"Tehlikedeyiz!"
Evrim bir anda boğazında kalan lokmayı yutmak için kolasından yudum aldı. Sonra peçeteyle ağzını silerek korkuyla sordu.
"Ne demek istiyorsun?"
"Beni bu hale getiren adamlar senin peşindeler."
Evrim'in korkudan eli titriyordu.
"Bu nasıl olabilir? Ben...Ben..."
Ne diyeceğini bilemiyordu. Bu yüzden konuşmaya devam ettim.
"Onların kimseye bir gram acıması yok. Benim oradan canlı çıkmam sadece bir mucize."
Evrim kekeleyerek sordu.
"N-ne yapmalıyız?"
"İlk önce izimizi kaybettirmeliyiz. Eğer saklanırsak bizi bulmaları zorlaşır. En ufak bir tehlike sezdiğimizde daha uzaklara kaçacağız. Tabii bunun için-"
Evrim sözümü kesti.
"Sana güveniyorum Bora abi!"
Nedense bu söz içimdeki aşkı alevlendirdi. Kalbim hızlı atıyordu fakat dışarıya bunu yansıtmıyordum. Bence bana güvendiğini söylemesi beni sevdiğini söylemesinden daha çok mutluluk vericiydi. Fakat korkum bu değildi. Ben bile ne yapacağımı bilemezken peşimden onu sürüklüyordum.
Eğer bir gün olur da geriye bakarsan beni affet küçük sevgilim...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Romance+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...