Hamburgerciden çıkarken bir tane harita aldım. Arabaya geçene kadar uzun uzun düşünüp saklanacağımız bir yer aradım. Zenginlerin olduğu kesime gidersek çok çabuk yakalanmak söz konusuydu. Çünkü orada sıkı bir denetim vardı. En ufak hatada kolayca yakalanabilirdik. Bu yüzden ara sokaklara doğru baktım. Kimsenin aklına gelmeyecek bir yer bulmak için kafa patlatırken aklıma Kemal geldi. Kemal, halamın yanımda gönderdiği adamlardan birinin oğluydu. Almanya'dayken genelde benim arkamı o toplardı. Çıkardığım kavgaları ya da olayları o hallederdi. Fakat daha sonra büyüdüğümü söyleyip onu babasıyla ülkesine göndermiştim.
Birkaç adım ilerden giden Evrim'e seslendim.
"Evrim! Sen arabada bekle beni. Birazdan dönerim."
"Tamam Bora abi!"
Sokağın karşısındaki telefon kulübesine ilerledim. Elbette böyle bir aramayı kendi telefonumda yapamazdım. Kemal telefonu açtığında bayağı şaşırmıştı. Ona başımın dertte olduğunu söylediğimde ne olduğunu sordu. Polisler telefon görüşmelerini dinleyebilirdi. Bu yüzden sadece buluşmamız gerektiğini söyledim. Buluşma yerini her zaman yaptığım gibi şifreli verdim. O her şifreyi çözerdi.
Telefonu kapatıp arabaya döndüm.
"Kiminle konuştun Bora abi?"
"Bizi saklayabilecek birisiyle."
Yola devam ettiğimizde gerçekleri anladım. Evrim cidden çok korkuyordu. Ne yapacağını bilmediği için bana tutunuyordu. Fakat ben kime tutunacaktım?
Sabah güneşinin ışıkları etrafı aydınlatırken otoyolda neredeyse araba yoktu. Binalar ve işyerleri yavaşça azalıp doğaya karışırken Evrim uyuyordu. Uykusunda kim bilir ne güzellikleri kaçırmıştı. Aslında benim gözlerim ondan güzelini görmüyordu. Teni, nefesi, kokusu, gözyaşları benim ait olduğum yerdi. İşte bu yüzden onun gitmesine izin veremezdim.
Cehennemde olsaydık ve onun cennette iyi olacağını bilsem bile onu bırakmazdım. Onu cehennemimin meleği yapardım. 'Onun iyiliği için' saçmalıklarına inanmıyorum. Bir insan nasıl sevdiğini bırakabilir ki? Ona karşı hissettiklerini ne çabuk unutabilir? Eğer onun iyiliği için onu bırakabiliyorsa bu aşk değildir. Aşk, ne kadar acıtsada vazgeçmemektir. Benim vazgeçmeye niyetim yok!
Direksiyonu yavaşça sağa doğru çevirip arazinin ortasında beni bekleyen Kemal'in arabasının önünde durdurdum. Kemal arabadan çıktığında bende çıktım. İki kardeş gibi birbirimize sarıldık. Zaten biz kardeş gibiydik. O her zaman benim küçük kardeşim oldu. Onun hakkını ödeyemem.
Kemal arabanın içindeki Evrim'i göstererek sordu.
"Bu kız eve atman için fazla küçük değil mi?"
"O kız öldürdüğüm hizmetçinin kızı. Halam onu annesinin mezarına götürmemi istemişti."
"Şimdi...Bu...Aklım almıyor."
"Ara sıra pavyondan çıkıp temiz hava al!"
Ikimizde güldük. Sonra işlerin nasıl bu hale geldiğini (aşkımı gizleyerek) hızlıca konuştuk. Kemal, yakınlardaki bir yerde eşyalı boş bir ev olduğunu söyledi. Ayrıca eski bir mahalle olduğunu bu yüzden dikkat çekmeyeceğimizi ekledi.
Acelemiz var gibi davranıyordum. Bunu ne için yaptığımı bilmiyordum. Fakat sanki zaman kısaymış gibi geliyordu.
Tekrar arabaya bindim ve onun arabasının arkasından onu takip ettim. Geldiğimiz eski sokak tıpkı onun anlattığı gibiydi. Evrim'in burada yalnız kalmasına imkan yoktu. Onun yaşında bir sürü kız vardı. Tabii oğlanlarda...
Evrim uyanıp etrafa baktı. Bir süre kendine gelmeye çalıştı. Sonra gözlerini ovalamayı bırakıp sordu.
"Ne oluyor? Neredeyiz?"
"Arkadaşım bizim için saklanabileceğimiz bir yer buldu. Şimdi dikkatlice dinle. Bu mahallede dedikodu yaygın olur. Bu yüzden ben senin abinim ve üniversiteyi dışarıdan okuyorum. Annemiz başka bir adamla evlendiği için evden ayrıldık."
"Peki ya babamız?"
"Öldü."
"Peki buranın kirasını nasıl karşılayacağız? Yani nereden para gelecek?"
Bunu unutmuştum. Bu yüzden kısa bir şeyler uydurmaya koyuldum.
"Üvey babamızın işi iyi bu sayede annemiz bize para gönderiyor."
"Anlaşıldı!"
Evrim asker gibi elini başına koydu ve gülümsedi. Sonra camdan dışarıyı izlemeye başladı. Arabayı büyük sayılmayan iki katlı, eski bir evin önünde durdurdum. Biraz tadilat yapılması gerekiyordu.
"İşte eviniz!" dedi Kemal. Evrim heyecanla arabadan indi. Hızla Kemal'in yanına gitti. Kemal anahtarı ile kapıyı açar açmaz Evrim içeri girdi. İlk katta hiçbir şey yoktu. Bomboş bir girişti. Ayakkabıları yerden 7-8 santim üzerinde basamak gibi yerin önünde çıkartıp merdivenlere gidiliyor. Merdivenler ise üst kata çıkıyordu. Üst kat büyük bir salon ve diğer odalardan oluşuyordu. Mutfak ve salonu ayıran yarım metre kadar bir duvardı. Eşyaların hatta kıyafetlerin çoğu vardı. Sadece temizlemek yeterliydi. Kemal omuzuma dokundu.
"Eğer ihtiyacınız olursa beni arayabilirsiniz!"
Evrim odaya bakmaktan vazgeçip bize döndü.
"Akşam yemeğine kalmaz mısın?" dedi.
Kemal ne diyeceğini bilemeden bana döndü. Benden bir cevap almak için umutlandı fakat sonra vazgeçti. Evrim'e cevabını verdi.
"Bora'nın mutfak tezgahını ilk defa yemek yapmak için kullanacağını görmek isterim." diye güldü. Bu yüzden kafasına bir tane şakadan vurdum. Evrim'in bunu anlamamasına sevinmiştim. Eğer anlasaydı sapık olduğumu (hatta Kemal'in de sapık olduğunu) düşünecek ve kaçacaktı.
Mutfağa ilerlerken Evrim benden önce gitti. Buzdolabının bomboş olduğunu gördüğünde bozuntuya vermedi ve mutfak raflarına bakmaya devam etti. 1 paket hazır çorba görünce gülümseyerek bize döndü ve tekrar bozuntuya vermeden konuştu.
"Sanırım bu kadar malzemeyle yeteri kadar yemek yapamam."
Dediğini anlamıştım. Bu yüzden aklıma arabadaki malzemeler geldi. Bir pansiyon ya da restoran bulamazsak diye yemek malzemeleri almıştım. Bende onun gibi davrandım.
"Öncelikle valizleri yukarı taşımalıyız. Yemeği gene yaparız."
Evrim olumlu bir işaret verdi. Sonra üçümüz arabanın yanına gittik. Evrim yemeklerin olduğu paketi alıp hemen eve gitti. Kemal ve bende valizleri yüklenerek yukarı çıktık.
Kemal telefon hatlarını ayarlarken bende bozuk lambayı değiştiriyordum. Bir süre sonra Evrim yemekleri hazırladığını söyleyerek bizi sofraya çağırdı. Acaba bu hayallerimin bir parçası mıydı?
Küçük kızımız dizimin dibinde oyuncak bebekleriyle oynarken ben gazetemi okuyordum. Evrim bizi yemeğe çağırıyordu. Bir süre sonra yanağımda onun yanağını hissediyordum.
"Şu gazetene biraz ara veremez misin?"
"Ne kadar uzunlukta bir ara?"
"Yemeğini yiyecek kadar."
"Bu sürenin bir kısmına minik bir öpücük yerleştirsek mi?"
Ben Evrim'in pembeleşmiş yanağına bir öpücük yerleştirirken ikimizde gülümsüyorduk.
Ne güzel hayallerdi bunlar. Saf, tertemiz ve çocuksu hayaller. Kirlenmemiş , el değmemiş, tertemiz bir aşkla büyütülmüş hayallerim...
Üçümüz sofradayken şakalaşıyor ve gülüşüyorduk.
Yemekten sonra Kemal gidince Evrim ile yalnız kalmıştık. Bu sinir bozucuydu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bu yüzden Evrim bulaşıkları yıkarken içerideki koltukta oturuyordum.
Oda daralmıştı. Nefes alamıyor gibiydim. Alnımdan terler boncuk boncuk akarken yüreğimin sesini duyuyordum. İçimde sanki bir volkan varmış gibi yanıyordum. Şeytan beni kanatlarının arasına almıştı sanki.
Korkuyordum. Bu yüzden odama gidip yatağa gömüldüm. Yatağın gıcırdaması umrumda değildi. Fakat içeride istesem sarıp sarmalayacağım, kokusunu içimin en derinliklerine çekebileceğim küçük sevgilim dururken uyumam mümkün değildi. Aynı ona aşkımı gösteremeyeceğim gibi...
Gözlerimi sımsıkı yumup uykuya dalmaya çalıştım.
O tam karşımda yatağımın ucundaydı. Dolabından aldığı beyaz pijama takımı ona uzun geldiği için elleri görünmüyordu. Arkasından parlayan ay ışığı yüzünden yüzü net görünmüyordu. Sol elinde bir oyuncak ayı tutuyordu. Ve bana doğru ilerlerken karanlığın içinden fısıldadı.
"Sev beni Bora abi. Hiç sevmediğin gibi!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Tutsak
Roman d'amour+Ve sen bayım! Karanlıktan korkan bir kıza sığınabileceği tek şeyin karanlık olduğunu öğrettin ... -Birisini gerçekten seviyorsan yaşı, boyu, kilosu ve ne kadar uzakta olduğu lanet sayılardan ibarettir ... EVRİM & BORA Bazen yaptığınız hatalar, Size...