Bazen, yolunda gitmeyen hiçbir şey yokken ve her şey normal görünüyorken insanın içini kaplayan bir huzursuzluk olurdu.
Normal bir günün normal bir anında gelirdi bu his, sizi durdurur, etrafınıza şöyle bir bakmanıza sebep olurdu. Günlük, rutin işlerinize devam ederdiniz. Sohbetiniz, yemek yemeniz, gülüşüp bir şeyler izlemeniz ya da gün içinde neler yapıyorsanız işte, yapmaya devam ederdiniz. O his ise gün boyu sizi takip ederdi.
Sohbetinizin ortasında bir anda duraksamanıza, yemek yerken bir anda ağzınızdaki lokmayı çiğnemeyi unutmanıza, televizyon izlerken bir süre sonra sadece ekrana baktığınızı ama izlemediğinizi fark etmenize sebep olurdu. Oysa ortada endişeleneceğiniz hiçbir şey olmazdı, her şey fazla normal görünürdü.
Bu normallik, içinizdeki huzursuzluğu büyütürdü.
Gün başladığından beri böyle hissediyordum. Sabah uyandığımızda her şey çok normaldi, neşeliydik hatta. Jungkook kendisine valiz hazırlarken yanında durmuş, ona sataşıp kendimce eğlenmiştim ve o da bozmamıştı. Ama huzursuzluk benimleydi.
Jungkook kahvaltıyı hazırlarken de her şey iyiydi. O kahvaltı hazırlarken yardım etmeme izin vermemişti, ben de ona yine sataşıp durmuştum. Kahvaltımız gülüşmelerimizle geçmişti. Ama huzursuzluk yine oradaydı, benimleydi.
Bu şehirden ayrılır ayrılmaz geçeceğine inanıyor, buna tutunuyordum.
Bir iki saat içinde, Taehyung bizi havaalanına bırakmak için gelecekti. Normalde biz kendimiz gidecektik ancak o bırakmakta ısrar etmişti. İçimden bir ses, çıkabilecek herhangi bir soruna karşı biz gidene kadar yanımızda olmak istediğini söylüyordu ve Jungkook gerek duymasa da ben teklifini anında kabul etmiştim böyle düşünerek.
"Ne güzel beraber gidecektik," diye söylendi Jungkook. "Nereden eklendi bu salak bize?" Gözlerimi kısarak ona bakarken "Havaalanına kadar gelecek sadece," dedim. "Vedalaşmak istedi belki, ne var?"
"Üç günün vedalaşması mı olur?" diye homurdandı bu sefer. "Üç günde ne değişebilir ki? Hiç gitmemişiz gibi hemen döneceğiz işte." Gözlerimi devirdim. "Sence de biraz abartmıyor musun?"
İki ayrı ucunda oturduğumuz koltukta o da somurtarak bana baktı. "Tamam ya," dedi. "Gelsin, biz hiç yalnız kalmayalım." Tüm ciddiyetimi bu sevimli ifadesi kaçırırken kıkırdadım. "Bir de gülüyorsun?" dedi kaşlarını kaldırarak.
Koltukta ona doğru yaklaştım ve kollarımı birbirine bağlarken "Gülmeyeyim mi?" diye sordum. "Gülmemi istemiyor musun?" Kendimi haklı çıkarma çabama gülerek beni kolunun altına doğru çekti. "İstiyorum tabii ki ama yalnız kalalım da istiyorum."
"Zaten Tokyo'da kalacağız ya," dediğimde başını iki yana sallayarak "O sayılmaz," dedi. "Babanı görmek için gideceğiz daha çok, tek amacımız yalnız kalmak olmayacak." Başımı kolunun üzerinden geriye doğru yaslarken "Doğru," diye mırıldandım. "Tokyo'dan buraya dönmesek ve başka bir yere mi gitsek acaba?"
"Taehyung'un babamın aklına girerek işimi çalmayacağına inansaydım bu küçük tatili uzatabildiğim kadar uzatırdım," dedi. "Ama belki gelecek ay gidebiliriz."
Gülerek omzumdan aşağıya sarkan elini tuttum, parmaklarımızı birbirine kenetlerken "Nereye gideriz peki?" diye sordum. O da başını benim gibi geriye, koltuğa yasladı. "Nereye gitmek istersin?"
"Paris... Olabilir belki?"
"Eyfel Kulesi gibi bir demir yığınını romantik mi buluyorsun yoksa?" Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı iki yana salladım. "Yo," dedim uzatarak. "Nereden çıkarttın ki öyle bir şeyi? Aklıma ilk orası geldi sadece," diyerek kendimi kurtarmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la buena vida | liskook
Fanfiction"Avuç içlerimiz... Hiç düşündün mü, belki de onları kanatan tırnaklarımız değil de kader çizgilerimizdeki dikenli yollardır?" ~ Lalisa Manoban, yıllar önce masum hislerle aşık olduğu Jeon Jungkook ile tekrar bir araya gelir. Bu bir araya geliş ise b...