|39|- Whisper and Scream

45 8 11
                                    

İyi okumalarrrr

Medya: Idir - A Vava Inouva

.

.

.

“Bir kaç dakikadır gözlerini saçlarımdan ayırmadığının bilmem farkında mısın?” Ju kang'ın cümlesiyle bakışlarını aşağı indirip gözlerine baktığında hafifçe gülümsedi Sterliçya. “Alışmaya çalışıyorum. Kısa saça böyle aniden giriş yaptığına inanamıyorum hâlâ.”

“En azından artık kıskanman gerekmeyecek. Saçların saçlarımdan uzun.”

“Kıskandığımı nerden çıkardın?”

“Kendin söylemiştin.”

“Yalancı!”

“Tabi bu seferde kısa saçlarımı kıskanıyorsan... Bir şey diyemeyeceğim artık!”

“Sen ne kadar yalancı biri çıktın benim başıma ya...” Ju kang'ın bıyık altından gülüşüne gözlerini devirdiğinde elindeki çatalı daha sert tutup tehditkâr bir şekilde havaya kaldırdı. “Atarım bunu kafana!” Söylediğini pek umursamış gibi görünmeyen Ju kang, gözlerini kısarak öne doğru eğildi. “Sen o gözlerini kısınca beni korkuttuğunu mu sanıyorsun?”

“Sanmıyorum,” dedi Sterliçya. “Zaten korkuyorsun benden.”

“Korkmuyorum.”

“Evet, korkuyorsun.”

“Hayır, korkmuyorum.” 

“Çatalı yüzüne atmamdan korkmuyor musun yani? Ya gözüne gelirse?”

“Yüzüme gelmeden önce durdururum çatalı.”

“Haaa,” dediğinde elindeki çatalı tekrar masanın üzerine bırakıp arkasına yaslandı. “Hile yaparım diyorsun?”

“Hile değil bu,” ağzındaki lokmayı çiğnerken devam etti. “Tanrının bana verdiği bir torpil diyelim. Hayata bir sıfır önde başlamak gibi.”

Gülerek başını iki yana sallayan Sterliçya, “Salaksın sen.” Dediğinde havadaki çatalını indirip tabağına yöneldi. Tabağında Ju kang'ın getirdiği çikolatalı keklerden biri vardı ve Sterliçya çoktan yarısına gelmişken, Ju kang’ın kekine hiç dokunmadığını fark ettiğinde “Neden yemiyorsun?” diye sorarken gözleriyle önündeki neredeyse hiç dokunulmamış keki işaret etti.
“Midem alacak gibi değil.”

“Dışarda bir şeyler yedin mi?”

“İçtiğim kahve iştahımı kapatmış olabilir. Beni umursama, yemeye devam et.” Sterliçya'nın endişe etmemesi için dudaklarına kocaman bir gülümseme yerleştirdikten sonra önündeki tabağı da Sterliçya’nın önüne itti. “Hatta bence bunu da sen ye. Ne kadar zayıfladığının farkındasındır değil mi?” bu konunun açılması Sterliçya’nın hiç hoşuna gitmiyordu. Bu nedenle yüzünü buruşturduğu gibi elindeki çatalı masanın üzerine bıraktığında huzursuzca bir iç geçirdi. “Elimden geldiğince yiyorum aslında ama...”

“Sana zorla yemek yedirmeye çalışmıyorum,” derken güldü Ju kang. “Yemeyebilirsin.”

“Emredersin o zaman!” Ju kang'ın kıkırdamasını sağladığında bundan memnum bir vaziyette gülümseyip tam karşısında oturan sevgilisinin gülüşünü izledi bir süre. Sterliçya, çoğu zaman Ju kang’ı kendisini izlerken yakalardı ve bu bazen onu utandırsa bile hoşuna gitmediğini söylemek yalan olurdu. Bu sefer o bakışlarını sevdiği adama kenetlemiş ve yüzündeki her bir milime dikkat ederek kısa bir süre izlemişti onu. Koyu renkteki gözlerin, kahverengi gözlerine değdiği zamana kadar devam etmişti izlemeye. Göz göze geldiklerinde sadece bakışlarını kaçırmakla kalmamış aynı zamanda yüzünün de kızarmasına izin vermişti.

FISILTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin