Medya: Harry Styles - Satelliteİyi okumalarrr
-----
"Sonra Mabel dedi ki; gidip özür dilemen lazım. Bende muhteşem zekamı kullanıp, montumu alma gereği duymadan koşarak buraya kadar geldim. Ne dahiyane bir fikir ama!"
Seung jo'nun sahile yanlarına gelişi ve Ju kang'ın ayaklarına kapanarak özür dilemesinin üzerinden tam olarak 10 dakika geçmişti ve şimdi ise eve doğru yürüyorlardı Seung jo'nun kesinlikle gereksiz olan konuşmaları eşliğinde.
"Ama var ya büyükbaba... Sen birden gidince benim göğsümün ortasına tam bir öküz oturdu ama ben çaktırmamaya çalıştım tabii. Aşırı pişmanım be... Koltuğu alıp ağzıma vurasım geldi biliyor musun? Bilmiyorsun tabii, nereden bileceksin. Birde... Benim götüm dondu ya!" Sterliçya, hafifçe güldü.
"Montunu almadan çıkarsan donar tabii!"
"Nerden bileyim ben havanın böyle olduğunu. Mart ayındayız hâlâ götümüz donuyor. Bu normal değil! Tabiat babayı kızdırmışız, belamızı veriyor!"
"Seung jo, tabiat ana olmasın o?"
"Neyse ne..." Yolun geri kalanı Seung jo'nun zıplayarak yürümesi ve söylenmeleriyle geçmişti. Sterliçya ve Ju kang konuşmak bir yana, birbirlerinin yüzüne dahi bakmıyorlardı. Göz göze geldikleri anda ise gözlerini kaçırıyor, dudaklarında hafif bir gülümseme oluşuyordu ikisinin de. Seung jo, her şeyin farkında olsa bile bu konu hakkında sesini çıkarmıyordu. Uzun zamandır yaptığı gibi...
Birden bire "Keşke kız olsaydım." Diyen Seung jo'ya ikisi de inanamaz gözlerle baktılar. "Bakmayın öyle... Kız olsaydım bir erkek ceketini çıkarıp verirdi bana. Ama sırf erkek olduğum için kimse beni bir yerlerine takmıyor." Sterliçya gülerken, Ju kang, gözlerini devirerek Seung jo'yu kolundan tuttu.
"Çok fazla konuştun." Seung jo, yapmacık bir heyecanla Ju kang'a yanaşırken Sterliçya'ya göz kırptı. "Şu küçük sevgi pıtırcığına bakın hele! Ne kadar centilmen bir erkek. Beni evime bırakacak..."
"Kararımdan vazgeçmemi istemiyorsan sus."
"Kızdırmayalım Thor'umuzu. Şimşekleri falan var ya hani... Çarpar şimdi."
"Susmazsan çarparım."
"Ov, haşin!" Sterliçya, ikisinin tartışmalarını izleyip gülerken birden bire ortadan kaybolmuşlardı. Bunun üzerine Sterliçya etrafına bakıp, insan olup olmadığını kontrol etmek zorunda kalmıştı. Neyse ki kimse yoktu. Yine de, bu ışınlanma olayını insan içinde yapmasalar daha iyi olur diye düşündü. Aklındaki düşünceleri dağıtmayı başarıp yürümeye devam ettiğinde çiselemeye başlayan yağmur, yavaş yavaş şiddetini arttırıyordu. Sterliçya, montunun kapüşonunu kafasına geçirmek üzereydi ki yağmurun aniden durduğunu hissetti. Başını kaldırıp bomboş sokağa göz gezdirdiğinde kimsenin olmadığını ve yağmurun yağmaya devam ettiğini gördü. Gözlerini devirip arkasına döndüğünde kimse görünmüyordu. Bu sefer gülmeye başladı.
"Bu anı daha önce yaşamış gibiyim sanki..."
"Öyle mi?" lafını duymadan önce Ju kang'ın önünde beliren yüzündeki gülümsemeyi görmüştü. Başını salladığında gözleri bile parlıyordu Sterliçya'nın. Ju kang, bunu fark etmiş gibi Sterliçya'nın gözlerinin içine dalmıştı. Kahverenginin en güzel tonuna sahip olan bu gözlerdeki o parlaklığın anlamını çözmek ister gibi derinden bakıyordu.
"Gözlerime bakmayı bırakacak mısın?"
"Hayır... Gözlerini kaybetmekten korkuyorum." Sterliçya ağzını açacak gibi oldu ama tek bir kelime edemeden sert bir rüzgar, Ju kang'ın elindeki şemsiyeyi uçurdu. Şemsiyenin uçmasıyla kendine gelen Ju kang, bakışlarını Sterliçya'nın gözünden çekmiş ve uçan şemsiyenin arkasından bakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FISILTI
Genel KurguUYARI: fantastik kurgudur!!! --------------------------------------------------- 700 yıldır yaşayan ölümsüz bir prens... Resim çizmeye tutkulu olan genç bir kız... Kaderleri birbirine bağlı olan iki yabancı... 700 yıllık ölümsüzlük lanetini bozmak i...