Ne tuhaftı bir erkeğin arzuladığı kadın olmak... Hayatı boyunca ona öğretilen şuydu: Sana bütün erkekler yasak; sadece bir tanesi de helal. O da kocası olacak kişiydi. Kimdi, nasıl birisiydi; bütün gençlik dönemi bu soruların cevabını aramakla geçmişti. Yalnızlığı çekerken bir gün bu yalnızlığın biteceğini bilirdi. Esirgemeden sevecek birini umut ederdi. Birbirlerini sevdiklerini söylemekten çekinmeyecekleri... Annesi derdi ki ona biz bu kadar sevgi gördük bu kadar da gösteriyoruz. Emindi annesi tarafından sevildiğine de işte esirgerlerdi göstermeyi. Hele babası... Nasıl da uzaktan severdi, sessizce, hissettirmeden, kartalın yavrusunu sakındığı gibi kanatlarını açarak... Oradan anlayacaktı işte Habibe'de koruyan da severdi. Velhasıl Bekir Bey de bütün hayallerinin suya düştüğü yerdi. Orada da kartal yavrusu olmuştu. Sadece korunmuştu. Bu kadar insan onu neyden koruyordu anlamıyordu Habibe. Büyük tehlikelerle dolu dünyanın tek savunmasızı Habibe'ydi sanki. İhtiyacı sadece yeme, içme, barınma ve güvenlikti. Duyguların yer almadığı sınırlı olanaklı dünyasında sevgi de asla temel ihtiyaç olmazdı. Oysa ufacık, bir damla sevgi ile yemyeşil açacağını bilse bunun için daha büyük mücadele vermez miydi? Çıkıp gelip Afşar'ı bulmaz mıydı? Ben geldim derdi, aslında gelecekte sen beni seveceksin, sen beni dudaklarımdan öperken kalbimi hatırlayacağım ben. İlk kez kadın olacağım. İlk kez aynada uzun uzun bakacağım kendime. Yanaklarım biraz pembe olacak, gözlerimin mavisi daha parlak, ellerim kollarım dermana kavuşacak, neşeleneceğim bir anda. Bayrama ulaşmış çocuk gibi. Kırmızı ayakkabıları başucunda uykuya dalarken hayallerden hayallere koşan o çocuk gibi... Bir türlü büyüyemiyordu işte. Dudaklarından öpülen kadın olamıyordu. Karnında kımıl kımıl karıncalar gezinen, kasıklarında hafiften sızlamalar hisseden kadın olamıyordu. Çocukluğun masumiyetine sığınıyor kadın olmayı kirli olmak, günahkarlık gibi addediyordu zihni.
"Biraz zamana ihtiyacım var," dedi kahvaltı yaparlarken Afşar'a. "Bunun seninle ilgisi yok. Bu benimle ilgili. Çoğu şeye kapatmıştım kapılarımı. Zaten tam açtığım bir zaman da oldu denmez. Senin hayatıma girişin sürpriz gibi ve hiç hazır değilken şok etkisi yaratabilir."
Hızlı hızlı yiyordu yemeğini Afşar. Yerken konuşmuyordu. Dinliyordu ama başını belli belirsiz sallayarak belli ediyordu yediğini. İlgisiz, soğuk biri oluyordu yemek yerken. Kutsal bir ayine geleneksel sebeplerden katılmış, el alem katıldı desin diye bir an önce ritüelleri tamamlar gibiydi. Afşar da ayinleri hiç atlamaz. Hepsine gelir. Hemen hemen hepsine. Bir an önce bitsin diye bir yandan da eksik hissederek...
"Biliyorum senin iyi niyetine, fedakarlığına çok fazla benim nazım, niyazım. İnan bana nazlanmıyorum."
Çayından kalan kısmı bir dikişte içen Afşar, son lokmasını da yuttu. Ağzında kalan ufak tefek parçaları temizler gibi geviş getirerek: "Neden bahsediyoruz?" diye sordu.
"Bizden..."
"Tamam da ne için zaman istedin?"
"Biz olmak için."
"Biz biziz Habibe."
Anlamamış olamazdı Afşar. Zeki adamdı. Hatta Habibe daha zekisini de tanımamıştı. Belki de daha açıkça duymak istediği için bazı şeyleri anlamamış gibi yapıyordu.
"Beni öptün ya sabah..."
"Bir daha öpmeyim mi?"
Hafiften gülümsedi Habibe. Öp diyemedi. Aslında ne hoş histi, daha fazlası istenilen türden. Şimdi öyle söyleyemezdi. Ona, hissettiklerini söyleme şansı vermemişlerdi. Anlama şansı da vermemişlerdi de Habibe sorguladıkça hepsine bir isim, anlam bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sana Kendimi Anlatsam
General FictionSana Kendimi Anlatsam sen de dinlesen... Hep bir anlaşılma isteği ile yaşadığımız zaman diliminin içinde herkesin de anlatma isteği bu kadar çokken kim kimi dinleyecek şaşırıp kalırız. Fakat buldu isek dinlenildiğimiz yeri değer makamımız orası olur...