-5-

1.3K 339 95
                                    

Yeni bölüm için randevulaşalım derim. Şöyle ki tam on gün sonra 26 mayıs tarihinde ben yeni bölümle geleyim. Hem beni disipline eder bu tarih hem de sizi arka arkaya sevindirmişken biraz soluk aldırır. 

İlk kez yazdıkça yüklüyorum. Halledelim birlikte rica ederim. 

Sevgiler... 

****

Tavanlar neden hep beyaza boyanır? Tavan olduğu yükseklikte görünsün, eve derinlik katsın... İstemiyordu efendim derinlik falan. Onun evinin tavanlarını siyaha boyasaydılar ya. Uyandığında doğruca gördüğü karanlık tavan olsaydı. Kararan içi iyice bulansaydı zifte. Ne hayrını görmüştü sanki beyaz tavanın. Güne daha enerjik, keyifli falan mı başlıyordu? Her zamanki melankolik Afşar'dı işte. Yeni bir psikolog arayışına çıkmayı düşünüyordu. En çok para harcadığı kalemdi şu psikoloji. Yeni mezunların online seansları biraz ucuz oluyordu ama işte en son Deniz'in danışanıydı. Zirvede bırakıp psikoloğu ile yattığından beridir terapiye ihtiyaç duymuyordu. Şimdi Deniz'e dön bana dinle beni dese anlatsa derdini. Derdini sikeyim senin derdi Deniz. Ulan hepsini hallettin başörtülüsü mü kalmıştı?

Kalmıştı vallahi!

Tavanlar beyazdı. En sevdiği renk siyahtı hâlbuki onun. Kaç tane siyah tişörtü vardı, kaç tane siyah gömleği. Hep aynısını giydiğini zannederdi insanlar. Oysa siyah seviyordu Afşar. Biraz göbeğini gizliyordu. Biraz da olduğundan genç gösteriyordu. Soluna döndü. Sırtı dönük bir kadın uyuyordu yanında. Hatırlamaya çalıştı. Tanıdığı biri miydi yoksa hiç kimse mi? Tavan siyah olsa hatırlardı. Beyaz; hayatının karanlığına, düşüncelerinin kirliliğine, dünyanın pisliğine tezattı. Derinliğe ne lüzum vardı bunca sığlığın içinde anlamıyordu. Yüzme bilmeyenlerin dünyasında boğulan boğulanaydı sonra. Hayır, kimseyi kurtaracak kadar yüzme bildiği de yoktu. Anca kendine yetiyordu. Çoğu kez kendine de yetmiyordu.

Yanındaki Deniz'di. İyi bari dedi, derin bir oh çekti. Şimdi el alemle uğraşacak havada değilim. Günlerden neydi acaba? Merkeze gitmesi gerekiyor muydu? Zübeyde Keskin dosyası faili meçhul olma yolundaydı. O kadının mektuplarından da bir halt çıkmamıştı. Ulan bir insan Habibe gibi birinin canım ablası olup da nasıl bir halta yaramaz mektuplar yazardı? Düpedüz hayal kırıklığıydı. Cinayeti ne kadar az önemsediğini fark ettiğinde mesleğine de âşık olmadığıyla teselli etti kendisini. Elinden geleni yapıyordu işte. Elinden geleni yapmanın marifet olduğu dönemde ne de kral adamdı doğrusu. Bir fazlasını yapınca herkes diyordu ki Afşar da acar polisti doğrusu. Yoktu oysa bir numarası. İşi gereği tanıdığı kadına üç dört mektup yazıp yalvarmıştı da yalvarmıştı. Gurur bile yoktu acar denilen poliste. Vay efendim siz de deyin ki kral adamdı doğrusu. Doğrusu bile eğriydi canına yandığımın dünyasının. Doğrusu buydu ise müsaadenizi isteyecekti Afşar, geçip gidecekti dünyadan. Fakat ardında bırakamayacakları vardı. Bir kere kızı... on güne bir kez görebildiği küçük kızının ona ihtiyacı vardı. İkinci kere... İkinci keresi yoktu. Bırakamayacağı başka bir çöpü bile yoktu dünyada.

"Afşar!" diye homurdandı Deniz. Şuncacık kızdan şöyle ses çıkıyordu ya. Bir de bazen ayağı kokuyordu. Otuz altı buçuk ayağın kokacağı aklına dahi gelmezdi Afşar'ın Deniz'e kadar. Kaşık kadar suratı ile daha yirmi beşinde höt höt konuşan, ayağı kokan bir kabateyze. Kabadayı olmazdı. Çok fazlaydı sevgilisine. İçi boşaltılmış sözdü şu sevgililik. Sevginin kolu kanadı kırık, kimseye bir hayrı da yoktu ki liliği ile anlam kazansındı birliktelikler.

"Bugün günlerden ne Deniz?"

"Ha?"

Kibar ol kızım, efendim de, ne bileyim siz de aman rica ederim de, lütfen de ulan lütfen de!

Sana Kendimi AnlatsamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin