İyi okumalar 🕯️★
Bir girdaba kapılmıştım. Savruluyor ve yara almadan kurtulamıyordum. Bitmiştim tükenmiştim. Yada daha yeni başlıyordum. Aslında ben hiç yaşamamıştım ki. Ne bitecek kadar nede tükenecek kadar yaşamamıştım. Yaşatmamışlardı.
Hiçbir zaman içimdeki mutluluğun sömürüldüğünü hissetmedim. Çünkü hiç mutlu olamadım. Bir şeyin sömürülmesi için ilk önce o şeyin var olması gerekirdi ve mutluluk ve huzur denilen şey bende pek mevcut değildi.
Doğduğum gün başlamıştı benim mutsuzluğum. Her bebek gibi dünyaya gelişime ağlarken sanki kaderimede ağlamıştım. Annem hep ağlak bir bebek olduğumu söylerdi.
Bebekken tüketmiştim ben sorunsuz gözyaşlarımı.
Şimdi her bir damlanın ardında farklı bir acı barınıyordu. Mutsuzluğun taht kurduğu beyin diyarımda ben köleydim sadece. Oradan oraya savrulan basit bir köle...
Görmezden gelinmeye alışmıştım ama artık beynimde duygularımı görmezden gelmeye başlayınca bunun ne kadar acılı bir şey olduğunu anlamıştım. Sanki hayatımda hiç kötü şey yokmuş gibi. Kalbimle beynimin savaşında duygulara kelepçelenmiştim.
Duygular kalpten çıkıyor, beyinleyse de yönetiliyordu.
Korkularım vardı kendimce. Zaten benim hep korkularım olurdu. Çünkü kimse bana korkularımı nasıl yeneceğimi göstermemişti. Tıpkı nasıl sağlam ve güçlü olunacağını göstermedikleri gibi. Kendi kendime öğrenmiş, kendi kendime çabalamıştım bunca zaman. Onca dayağı yerken bile kendim için dayanmıştım. Kimsem olmadığına kendimi inandırmıştım. Annemden ayrılınca kimsesiz kalmıştım ki ben zaten. Hangi adam bana şefkatle bakacaktı? Hiç baba şefkati görmemiş bu çorak bedenime kim şefkatiyle yağmur olacaktı?
Kim olabilirdi? Kimse. Benden başka kimse.
Gözlerimi yumarak suyumdan bir yudum aldım. Aldığım su boğazımı yakarken bunu umursamadım. Zaten benim beynim yanıyordu, kalbim tutuşuyordu. Boğazım yansa kaç yazardı?
"Bugünlük burada bırakalım Lavinyacım. Bu sefer dediklerimi yapman ve biraz düşünmen için haftaya erteliyorum seansımızı" diyen Ezgi hanımı dinleyecek psikolojide değildim ama yinede kafa salladım. Asla elinden düşürmediği eskimeye başlamış ajandasına notlar alırken ayağa kalktım.
Kitap kokan çalışma odası, karşıdaki orman manzarası. Bu iki mükemmelliğin tadına doyamayacak kadar boş hissediyordum. Ezgi hanıma teşekkürlerimi ilettim ve zoraki bir gülümsemeyle çıktım odadan.
Bugünki seansımızda cesaretimi toplamış ve hayatıma giriş yapmıştım. Bana kalsa direk bir ay önceki olayları anlatırdım ama Ezgi hanım illa küçüklüğümden başlamamı söylemişti. Benim durumum çocukluk tramvalarımdan kaynaklanıyor olabilirmiş. Bunu bende zaten tahmin edebiliyordum. Küçüklüğüm küçüklük değildiki. Cehennemin çocuk boyutu gibiydi. Ah tabi çocuklar cehenneme gitmezdi. Bazen sadece çocuk olmayı çok istiyorum. Yada keşke çocukken ölseymişim diyorum.
En azından bu külfeti çekmez kimseye mahçup olmazdım. Eh bide belki erkek olurdum ve babam beni daha çok severdi. Ama dünyaya gelmiş, erkenden ölmemiş, ve erkek olarak doğmamıştım. Bir sıfır geriden geliyordum ben kız olduğum için. Babam hep böyle düşünürdü. Benim yüzümden de babam bir sıfır gerideydi hayatta. Yüktüm onun için. Erkenden kurtulmak istemişti benden. Hayatımın mahvolmasını umursamadan.
Tabi normaldede hayatım olduğu söylenemezdi.
Sarsak adımlarla odama girdim. İki gündür Berkten haber yoktu. Aslında bunu düşünecek vaktimde yoktu. Bütün günüm Sarptan kaçmakla geçiyordu. Karnımın ağrıdığı ve o tuhaf ve kafa karıştırıcı şeyler yaşadığımızdan beri ondan kaçıyordum. Yüzüne nasıl bakacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEPÇE
Teen FictionEvli bir kadın bekar bir erkek... Parmağından kelepçeli kadın özgür bir adam... İmkansıza ulaşmak ne kadar imkansızsa onların birbirine kavuşması o kadar imkansız. Sevmek ne kadar zorsa kimi seveceğini belirlemek de bir o kadar zor. Kelepçeler Kork...