Murat Eğilmez
Bir zamanlar tüm neşesiyle oradan oraya koşturan anın tadını çıkaran seven ve çok sevilen bir kız vardı. Gözleri ışık saçar, ruhu insanlara iyi gelirdi. En kötü anlarında köşesine çekilir eline biraz boya alır ve resmine başlar görülmeye değer eserler çıkarttır sonra resimden olabildiğince uzaklaşıp ona her açıdan bakar işaret parmağını dudağına götürür bir hata arardı. Hata bulunca parmaklarını şıklatır ve rahatlayarak resmine dönerdi. Yazı çok severdi. Kışı da çok severdi. Sokaktaki hayvanlarla dost olur sık sık karşılaştıklarına isim takar ve sohbet ederdi. Özgüven ve ışık doluydu.
Yaşamak için vardı. Hayır, yaşam onun için vardı.
Saat öğlen bir. Artık eski evimizde değiliz. İstanbul'a geldiğimde kaldığım müstakil yere getirdim onu.
Beni tekrar terk etmeye oldukça meyilli. Gözleri sımsıkı kapalı, kapalı gözlerinin altında derin bir huzursuzluk var. Engel olamıyorum, dokunamıyorum. Her yeni gün ne kadar aptal olduğumu fark ediyorum.
Benden her şeyi sakladı. Neden bilmiyorum. Bu dokunuyor. Altı yıl boyunca bir yalanla yaşamama izin verdi. Ondan uzaklaşmamı adını bile anmamı sağladı. Ne için!
Şimdi benim odamdaki geniş yatakta uyuyor. Kaldıramıyor. Neyi kaldıramadığını tam olarak bilmiyorum. Elim kolum bağlı. Bana anlatmıyor, bana güvenmiyor yalnızca mecbur kalınca konuşuyor.
Koyu kahve saçlarına uzanıp içime çektim. Karım. Eski ve çok uzak bir kelimeyken şimdi ona öyle seslenmemek çok zor. Benden sürekli kaçmaya çalışan ve onu yalnız başına bıraktığım ilk anda ardına bakmadan gidecek olan sevgilim. Ne denirse densin karım ne de sevgilime eskiyi ekleyebilirim. Şimdi burada. Benden kaçıp Aytaç denen itin oteline gitse de...
Vicdan azabı çekiyor. Gerçeklikten çıkıyor. Hepsi aynı yönü işaret ediyor o da ablası. Anlattığından farklı bir şey var. Ablasını öldürdüğünü sanıyor. Ne dersem diyeyim koşulsuzca buna inanmış yine de beni susturabileceği bir anısı dahi yok. Unuttuğu şeylere bel bağlıyor. Hayır. Bel bağlatılmış. Piçin teki ona buna inandırmış olmalı öyleyse soru şuna geliyor, neden?
Yatağın hemen yanı başındayım gözümün önünde tutuyorum onu. Yoksa yine gidecek... Ancak bu sondu artık buna iznim yok.Eski çalışma odasındaki o kırık telefonu gördüğünde bir şeyler hatırlamıştı. Hatırladığı şeyin onu korkuttuğunu görüyordum. O resim ve telefon. Bunlar o takılıp kaldığı zamana ait olmalıydı. Telefon eskiydi. Çalışmıyor. Ancak her ne olursa olsun çalıştıracaktım. Mesele yalnızca bu da değil... Eğer o Müge'nin bana daha önce anlattığı gibi ablasının öldüğü gün parçalanmış kanla kaplanmış telefonsa işte o zaman her şey daha kolay olacak.
Bunca zaman odada duran o kutuyu fark etmemiş açmamıştım bile. O saçma gururum dokunmama engel olmuştu eşyalarına. Şimdiyse bunun ne büyük bir saçmalık olduğunu görüyordum.Bir nehir gibi yüzü... İçim gidiyor ona baktıkça. Yalnız uyurken daha az endişeli, uyandırmak istemiyorum. Tüm hayatı çoktan bitmiş gibi duruyor. Kendisinden umudu kesmiş, gülmüyor. Bu durumdan da nefret ediyorum.
Son bir yılını ezberleyene kadar araştırdım onu. Bunu ona söylediğimde verdiği cevap bunun olanaksız olduğuydu. O adam onu bulamazken benim onun her detayını bilmemi anlayamıyor. Ondan sonra edindiğim birikim ve konum hakkında fikri bile yok. Onunla beni kıyaslamasından nefret ediyorum. Onu geçilmez bir eşik sanması o gerçekdışı eşiği parçalara ayırma isteği uyandırıyor içimde.
Jülide diye tutturduğu kızı bile tanımıyor, onun için korkuyor ama ironik bir biçimde tıpkı bir zamanlar benim onun geçmişini bilmediğim gibi o da tanıdığını sandığı kızın geçmişini bilmiyor.
![](https://img.wattpad.com/cover/335097640-288-k959958.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gerçek ve Üstü
RomanceMüge türlü yalanlar ve sakladığı geçmişiyle, iki yıllık evlilik sonrası terk ettiği eşine altı yıl sonra dönmeye karar verir. Herkes Müge'yi daha iyi bir hayat eşini ve dostlarını bıraktığını sanırken aslında gerçek bambaşkadır. Büyük bir aşkla evl...