"A dead heart doesnt beat for someone... "
Odama doğru ilerlerken tam kapının önünde Karen'ı görünce dizlerine kadar gelen kıyafetinin eteklerinden tuttum. "Bana bak," diye lafa girdiğim sırada öyle bir korkup sıçramıştı ki, benim de ödüm kopmuştu. "Amcamın aklını pembe dizi senaryolarınla bulandırma."
Bana anlamazcasına bakan yüzü, "Medeni dediğim adam ortalıkta evlilik tarihi diye geziniyor." dediğimde aydınlanmıştı.
"Kızım medeniyetle ne alakası var? Adam yakıştırıyor belli ki sizi."
"Kimin yüzünden acaba?"
"Sen şimdi böyle afra tafra yapıyorsun ama, öpüşüp koklaştığınız zamanları unutuyorsun?"
"Koskoca kadınsın, yaşından utan bari," dedim gözlerim irileşirken. "Edepsiz davranma."
Son söylediğim şeyden sonra kafama patlatmasıyla yerimde tepinmek istedim. Resmen şiddet görüyordum!
"Cidden uğraşmak istemiyorum," deyip odaya yöneldiğimde çatık kaşları düzeldi ve stresli bir ruh hâline büründü.
Tam kapıyı açacağım esnada bileğimi tutmasıyla derin bir nefes alarak ona döndüm. "Ne oluyor, tanrı aşkına?"
"Şu kadın içeride," diye geveleyerek konuştuğunda gözlerimi kısarak ona bakmıştım. "Ann-"
"Tamam, anladım." dedim hızla sözünü keserek. "Ne yapıyormuş odamda?"
"Ben de anlamadım. Geldi elini kolunu sallaya sallaya girdi babasının malıymış gibi."
Gülesim gelmişti bu söylediğine ama kendimi tutmuştum tabii ki.
"Pekâlâ," dedim iç çekerek. "Bir gidip bakalım, olayı neymiş."
Kafasını sallayıp uzaklaştığı zaman kapıyı açıp odama girdim ve arkamdan kapıyı kapattım.
Ortalıkta görünmüyordu, nerede olabilirdi?
İlk önce balkonu kontrol ettim ve orada bulamayınca kalan tek seçenek üzerinden ilerledim. Kütüphanem?
Sıkıntıyla soluklanıp kapıyı açtığımda tam da endişelendiğim gibi babamın kitaplarının bulunduğu rafın önünde duruyor, ellerine kitapların kapaklarında gezdiriyordu.
"Gizli gizli bir yerlere girme huyun yoktu en son bıraktığımda."
Sesimi duyunca alayla gülüp bana dönmüştü. "Kızımın odasına girerken izin almam mı gerekirdi?"
Göz devirme isteğimi bastırmaya çalışıp, "Birincisi; çok yapmacık davranıyorsun." dedim ama bu yüzündeki alaycı gülümsemeyi kesmemişti. "İkincisi; elbette odama girerken izin alacaksın. Her şeyden önce burası benim özelim."
"Görmeyeli sinir bozucu birisi olmuşsun."
Adamına göre muamele denir ona.
"Sebebi anlaşılıyordur bence." Masanın yanında durup üzerinde kalan kitaplarımı üst üste koyarken içten içe bu tavrıma hayret ettim. Üstelik onun da şaşırdığına emindim.
Daha önce James'in oturduğu yere oturup soğuk gözlerindeki alayla bana bakarken, "Fazla kalmayacağım zaten," dediğinde aklımdan geçen tek şey burada james ile yaşadığım anılardı. "Yarın gidiyoruz."
"Amcam da mı gidiyor?" diye sordum kalbi kırılmış bir çocuk gibi. Bu gülmesini sağlamıştı çünkü söz konusu amcam olduğunda etrafıma ördüğüm duvarlarımın paramparça olduğunu biliyordu.
Onaylar anlamda bazı garip mırıltılar çıkardığında iç çektim.
"Benim için daha iyi kalmamamız." dediğinde kaşlarımı çattım ama ona bakmadım.
"Ondan biraz daha kalmasını isteyeceğim, sen gidebilirsin." Açıkçası cehennemin dibine kadar yolu vardı. "Baştan gelmemeliydin zaten, bu senin için en doğru olandı."
"Merakıma engel olamadım." dediğinde buz gibi bakışlarının yoğunluğunu her zerremde hissediyordum. "Kendini dışarıdaki hayattan soyutlamış bir şekilde ne kadar devam edebileceğin konusunda."
Konu buraya kadar gelince bir kaçış yolu olarak kitaplarımı alıp, raflarda eski yerlerine dizdim. "Görüyorum ki iyileşmeye başlamışsın. Son gördüğümde hâlâ nefes alan bir ceset gibiydin."
Ben de öyle hissediyordum ve bunun tam aksini hissetmeye başlayalı çok olmamıştı.
"İhtiyacım olan tek şey acımı paylaşabileceğim bir anneydi." dediğimde bile bana olan bakışları değişmedi. "Ama sen ne yaptın? Taşımakta zorlandığım acının iki katını bana yükledin."
"Kendini biraz benim yerime koy." dediğinde histerik bir şekilde güldüm.
"Bunu senin yapman gerekiyordu!" diye ses tonumun yükselmesine engel olamadım. "Orada değildin. Babam gözlerimin önünde son nefeslerini verirken bile benim hayatım için endişelendiği gözlerinden anlaşılırken orada değildin!"
"Eğer beni dinleseydin, siz de orada olmayabilirdiniz." Bunu söylediği anda, tam olarak bir hasta olduğunu düşündüm. "Şu an baban hayatta olurdu. Hayatımın aşkını kaybetmemiş olurdum." Evet, kesinlikle bir ruh hastasıydı.
"On dört yaşındaki bir çocuktan geleceği görmesini mi istiyorsun? Her seferinde bunun suçunu bana yüklemeye çalıştın."
Sustu. Cevap vermedi. Bana gözlerini kısarak bakarken gözlerindeki küçük merak kaybolmuştu. "Şimdi değiştiğini net olarak görebiliyorum."
"Ne demek şimdi bu?"
İç çekti, "Önceden kabul ederdin," dedi. "Babanın katilinin sen olduğunu düşünürdün ve bunun için vicdan azabı çekerdin. Şimdi ise bundan eser yok ve benim karşımda susmuyorsun."
Bir süre yine sustu sonra dudakları alaycı bir tavırla kıvrıldı. "Belki de birileri seni bunun aksine ikna etmiştir."
Sustuğumu görünce daha da üzerime gelmeye hazırlanmak için duruşunu düzeltti. "Söylesene, seni gerçekten iyileştiriyor mu? Benim küçük kızım aşık mı oldu?"
"Senin küçük kızın öldü, unuttun mu?" dedikten sonra kapıya yöneldim. Ona daha fazla tahammül etmek zorunda değildim. "Ölü bir kalbin birileri için çarpmasını bekleyemezdiniz."
Gavat diyorum bak ne kadar haklıyım
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETRİCHOR ~Bucky Barnes
Fiksi PenggemarSmut warning⚠️ Petrichor: yağmur sonrası toprak kokusu Winter soldier yüzünden hem babasını, hem bacaklarını kaybeden Hera, vicdanından kurtulamayan Bucky Barnes'tan yalnızca onu rahat bırakmasını istiyordu.