"Sometimes love is not enough."
Bir hafta sonra:
Elimdeki kitabın sayfalarını çevirirken düşüncelerimin çok fazla rahatsız edici olması keyfimi kaçırıyordu. Düşünmemek istiyordum, aklımdan atmaya çalışıyordum ama bunu başarabilsem bile saniyeler sonra başka bir düşünce çağlayanında savruluyordum.
Genelde hep amcama olan özlemimi, her ne kadar inkâr etsem de anneme olan kırgınlığımı ve babamın kaybını düşünsem de şu sıralar zihnim o adam ile doluydu.
Geçmişi, hayatımı cehenneme çeviren, geleceği ise kafamı karıştıran o adam.
İç çekerek defalarca kez aynı yeri okuduğum paragrafa odaklanmaya çalıştım.
O sırada yavaşça açılan kapının gıcırtısını duydum fakat saniyeler sonra burnuma doluşan yağmur sonrası toprak kokusu kimin geldiğini net bir şekilde anlamamı sağladığı için kafamı çevirme gereği duymadım.
Bakışlarım hâlâ kitabın sayfalarındayken konuşmadı. Kıyafetlerinden çıkan hışırtı sesleriyle, tahminimce oturmuştu. Ama koltuğa değil çünkü kapının önünden geliyordu sesi.
İç çekişini duyunca ona kısa bir bakış attım ve yere oturup sırtını kapıya dayayarak beni izlediğini görünce tekrar kitabıma döndüm. "Oturacak yeterli yer var."
"Bunu biliyorum."
Özlem dolu çıkan ses tonunu garipsedim. Neyi vardı?
"Her şeyi ayarladım. Fizyoterapiye başlayabiliriz."
Ona dönmeden onaylar anlamında mırıltılar çıkardım.
"Hatta yarın gelmemizi istediler."
"Tamam." dedim tekdüze bir sesle ve kaldığım yerden kitabımı okumaya devam ettim.
"Buraya ilk geldiğim günden bile daha yabancı davranıyorsun bana. Bir hafta boyunca benden kaçmak için elinden gelen her şeyi yaptın." Artık sesi inanamazcasına çıkıyordu. "Bir ara Bir fare deliğine bile girebileceğini düşündüm."
Evimde fare olmazdı ki.
Yine başımı kaldırmadan, "Senden kaçmak değildi amacım." dedim ifadesizce. "Neden böyle düşündün bilmiyorum."
Kesinlikle kaçmıştım. Hatta sırf onunla yüzleşmemek için diğerleriyle karşılaşmaktan bile kaçınmıştım.
"Bir hanımefendiye yalan söylemek yakışıyor mu?"
Neden beni hep bu şekilde vurmaya çalışıyorlardı ki? Bulmuşlardı tabi zayıf noktamı.
"Ne münasebet? Ben yalan karşıtı bir insanım."
"Belediye başkanı bile bu kadar yalan söylememiştir." dediğinde ona döndüm. Benimle inatlaşması hoşuma gitmiyordu.
"Buraya kafa dinlemeye geldim."
Ve şimdi yine başım ağrıyordu onun yüzünden.
"Kafa sikme diyorsun yani."
Kaşlarımı çatarken, "Küfür etme." dedim sert bir ses tonuyla. Küfür etmesinden nefret ediyordum.
"Beynimin ırzına geçme diyorsun yani." diyerek yine aynı cümleyi allayıp pullayıp bana sunduğunda gözlerimi yumup burun kemerimi sıktım sakinleşmek adına.
Kapının önünde oturmuştu zaten gitmemem için. Çünkü biliyordu kalıp kendimi sinir etmek yerine rahatsız olduğum durumdan uzaklaşırdım.
"Sorun seni öpmem mi?" diye birden açıkça sorunca, yavaş bir şekilde ona döndüm. Ne tepki vermem gerektiğini bile bilmiyordum.
Cevap vermeden ona baktığımda dudağının kenarı alayvâri bir biçimde kıvrılmıştı. Asıl hissettiklerini saklıyor gibi gelmişti bana nedense. "Neden umursuyorsun ki? Önemsiz bir öpücük diyip geçebilirsin. Senin için üzerinde durulması gereken bir şey bile olmadığına eminim."
"Öyle kolay olmuyor işte."
"İlk miydi yoksa?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. Öyleydi ama bunu zerre umursayan birisi değildim, onun da böyle şeyleri umursamadığına emindim zaten.
"Evet ama sıkıntı bu değil."
"Sıkıntı benim, değil mi?" diye gözlerimin içine bakarak sorduğunda cevap veremedim. Onu üzmekten nefret ediyordum ilginç bir şekilde. Ama mutlu etmek için de çabalayamazdım.
"Sana kızamıyor olmam çok acınası." derken bir kez daha iç çekmişti. Beni suçlayamıyordu ve bu da elini kolunu bağlıyordu. "Yine de cesur olmanı isterdim. Yanlış anlama benimle ilgili değil, en azından kendine dürüst olacak kadar cesur olmanı isterdim."
"Sadığım." dediğimde biçimli kaşları gözleri anlamazca bakarken hafifçe çatılmıştı. "Ne demek bu?"
"Sadığım." diye tekrarladım içimden bir şeyler koparken. "Amcama, babama hatta belki de onu benden daha çok seven annemin kaybına ihanet edip katilime karşı bir takım hisler beslemeyecek kadar sadığım onlara."
Bir şey söylemedi. Burukça gülümsedi sadece. Dudaklarının kenarları burukça yukarı doğru kıvrıldı ve beni en çok bitiren şey ise gözlerindeki hüznüydü.
"İsteme benden." dedim ona yalvarırcasına bakarken. "Sana tek bir adım bile atmamam gerekirken koşmamı isteme benden."
"Bu senin isteğin mi, yoksa gururunun mu?"
"Gurur?" dedim hayretle. Yaşadıklarımı ve gerekçelerimi nasıl gururla bağdaştırırdı? "Ben aslında sadece sana gösterdiğim o aciz kız çocuğu değilim."
Acılarım beni herkese kadın yapmıştı, sadece ona karşı psikolojik bir gerilme yaşıyordum. "Eğer istersem kimi seveceğimi seçebilirim." dediğimde bana inanıyormuş gibi görünmüyordu.
"Ben denedim, olmadı."
Tecrübeleri beni ilgilendirmiyordu çünkü biliyordum, eğer başaramadıysa bunun tek sebebi yeterince istememesinden kaynaklıydı.
"Sana karşı savunmasız hissetmem seni yanılgıya düşürmesin. Senden korkup korkmayacağımı seçemem belki ama sevip sevmeyeceğimi seçebilirim."
Susmuştu, tek bir kelime etmemişti.
"Vicdanın buradan da sağ çıkamayacak yani." dediğimde bana hayâl kırıklığıyla baktı. Evet, gözlerinde gördüğüm açıkça bir hayâl kırıklığıydı.
İşaret parmağını göğsünün sol tarafına dayayıp, "Buna vicdanımın mı sebep olduğunu düşünüyorsun?" diye sordu. Sesi kızmaktan veya hesap sormaktan çok uzaktı. Gerçekten düşünüp düşünmediğimi merak ediyordu.
Kafamı onaylar anlamda salladım.
Başka bir açıklaması olamazdı. Her gece kâbuslarına giriyor, canını acıtıyordum. Bu yüzden bu acıyı yok etmek için beni iyileştirmek, uzun zamandır görmediğim sevgiyi hissettirmek istiyordu. Bunu anlayabiliyordum.
Kafasını iki yana salladı itiraz edercesine. "Sen sevilebileceğine hiç inanmamışsın."
Şu raddeden sonra no comment abi
Özür dilerim bu arada ama napsın yavrucaklarım
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETRİCHOR ~Bucky Barnes
FanficSmut warning⚠️ Petrichor: yağmur sonrası toprak kokusu Winter soldier yüzünden hem babasını, hem bacaklarını kaybeden Hera, vicdanından kurtulamayan Bucky Barnes'tan yalnızca onu rahat bırakmasını istiyordu.