"But i'm so deeply lost in my own soul."
Gözlerim yavaşça açılırken dün gece üst üste gördüğüm iki kâbus geldi aklıma. O kadar korkunç, o kadar gerçekçiydi ki. Gerçekten burada olsa, ne yapardım bilmiyordum.
"Sana dokunduğum anda bayılacak kadar çok mu korkuyorsun benden?" diyen, dün zihnime kazınan sesi duyduğumda hızla o yöne baktım.
Pencerenin önünde dikiliyor, dışarıya bakıyordu.
Dün bir kâbus değildi gerçekten gelmişti, buradaydı ve hiç gitmemişti.
Korkuyla ona bakarken bana doğru döndüğünde zorla da olda doğruldum. Bana doğru gelirken avuç içlerimi yatağa bastırıp kendimi geriye çektim.
Yatağımda oturup gözlerini bana diktiğinde sırtım yatak başlağına yaslanmıştı.
"Gözlerime baktığında aynı kişiyi mi görüyorsun?" diye sorduğunda yutkunarak gözlerine daha dikkatli baktım.
Hayır, Winter Soldier'ın zemheriye ev sahipliği yapan gözlerinden eser yoktu. Aynı gözlerdi, ama arkasından katil bir ruh bakmıyordu bana.
Ya da belki de beni kandırmaya çalışıyordu, tongaya düşürmekti amacı. Ama zaten bana istediği şekilde istediği zaman zarar verebilirdi, neden kandırmaya çalışsındı ki?
Alayla güldüm, hâlâ ödümü koparıyordu ama bir dakika öncesi kadar değil.
"Neden buradasın?" diye sordum. Gözlerini kaçırdıktan sonra tam konuşmak için ağzını aralamıştı ki, "Öldürdüğün ruhların azabını mı çekiyorsun?" diye sorarak sözünü kestim.
Bir süre durakladığında onu kızdırıp kızdrmadığım konusunda endişelendim. Ama kızmış gibi değil, söylediklerim onu yaralamış gibi görünüyordu gözlerindeki ifade.
"Artık bir katil değilim." dediğinde acı içinde gülümsedim. Ne kadar kolay söylemişti öyle...
"İyiymiş."
Ben hâlâ bir kurbandım ama.
Ben ne kadar babamın ölümünden sorumluysam, o da benim kadar sorumluydu.
Artık katil olmaması babamı geri getirmiyordu bana.
"Baba, lütfen uyuma."
"Seni özlemek istemiyorum lütfen."
"Anne, babam gitti. Oradaydım, gitti. Hiçbir şey geri getiremez artık onu bize."
Zihnimin duvarlarına çarpan replikler canımı acıtırken yutkunamadım. Neydi annemin bana söylediği son şey?
"Seni suçlamıyorum ama yüzünü her gördüğümde onun ölümünü hatırlatıyorsun bana Hera."
Kocasını çok seviyordu ve biz ondan almıştık çok sevdiğini. O ve ben.
"Neden yalnızsın?"
Kaşlarımı çattım. Babamın katiliyle oturup muhabbet etmek istemiyordum. Ama cevap vermezsem onu sinirlendirebilirdim.
Artık katil olmaması beni incitmeyeceğini garantilemezdi çünkü bir gün uyandığınızda tamamen başka birisi olamazdınız.
O karanlık, ruhunuzun bir köşesine yerleşirdi ve ipleri eline alacağı günü heyecanla bekler, her saniye yavaş yavaş kışkırtırdı sizi buna karşı.
"Bu kadar büyük bir eve sahip olacak kadar paran var ama bu şekilde," diyip bacaklarıma bakarak duraksadığında gözlerimi kısarak ona baktım.
"Ne şekilde?" diye sordum, zaten bildiğim hâlde.
Bakışlarını kaçırıp yıtkunduktan sonra, "Sana yardımcı olacak kimsen yok." dediğinde düz bir ifadeyle bakmakla yetindim. Konuyu çok güzel çeviriyordu...
"İzinliler," dedim tekdüze bir ses tonuyla. "Yarından sonra yine burada olacaklar."
"Peki ya annen-"
"Yapma," diyerek cümlesini yarıda kestim. "Eserini görmeye cesaret etmeden önce tüm hayatımı araştırdığını biliyorum."
Derin bir nefes alıp gözlerimin içine baktığında, sadece onu suçlamıyordum. En büyük sitemim kendimeydi benim.
"Böyle olsun istemezdim."
"Ben de istemezdim." diyerek kestirip attım ama çok kırgınlık barındırıyordu bu cümle. Ruhuma akan göz yaşlarım babamın vücudundan sızan kanlardan oluşuyordu.
Bir süre derin bir sessizlik oluştuğunda, nihayet bana dönüp, "Onlar gelene kadar nasıl kalkmayı düşünüyordun?" diye sorarak sessizliği bozmuştu.
"Düşünmüyordum."
"Ya acıkırsan?"
"Kimse iki gün açlıktan ölmez."
Birden, "Pekâlâ," diyip ayaklandıktan sonra üzerime eğilince arkaya sindim. Ani hareketler yapmamalıydı. "Korkma benden." diyerek kaşlarını çattığında, bayağı ikna edici olmuştu doğrusu...
Pekâlâ, hâlâ beni korkuttuğunu bilmese de olur.
Bir kolunu bacaklarımın altından geçirip diğerini belime yerleştirdiğinde gözlerimi kocaman açtım. "Ne yapıyorsun? İndir beni!"
"Seni bu yataktan kurtarıyorum." dedikten sonra tekerlekli sandalyeme ilerlediğinde sesimi kesmiştim.
Dikkatlice sandalyeye oturmamı sağlayıp geri çekildiğinde hızla ondan uzağa gittim. "Bunu yapma bir daha."
Bana yakın olmasını istemiyordum, bu şekilde yaşadıklarıma ve hâlâ bir yerlerde beni izlediğini inandığım babama ihanet ediyormuş gibi hissediyordum.
Bana düz bir şekilde bakıp, "Söz veremem." dediğinde ağzım açık kalmıştı. Neden sadece beni rahat bırakmıyordu ki?
"Şimdi aşağı inelim."
"Aç değilim." diyerek itiraz ettim hızla.
Gözlerini kısarak bana bakmaya başladığında, tersçe bakarak karşılık vermiştim ona.
"Bunu nereden anladın?"
"Sakatım, aptal değil."
İç çekip kapı pervazına omzunu yaslayarak bana baktığında kaşlarımı çatmıştım.
"Kendine böyle söyleme."
Bana acıyor muydu? Onun acımasına kesinlikle ihtiyacım yoktu.
"Benim bununla bir sorunum yok. Senin varsa da bil diye söylüyorum; zerre umurumda değil."
Çektiği azabı benden uzakta devam ettirebilirdi çünkü bende vicdanını hafifletecek tek bir şey yoktu.
Balkonun çaprazında kalan kitaplarımın bulunduğu küçük odaya açılan kapıya doğru ilerledim. Canım bir şey yemek istemiyordu, özellikle de o etraftayken. Bu yüzden kafamı dağıtabileceğim tek yerde vakit geçirecektim.
...
Yorum yapmak istemiyorum çünkü iki taraf da haklı...
Her neyse ben bunların arasını yaparım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETRİCHOR ~Bucky Barnes
FanfictionSmut warning⚠️ Petrichor: yağmur sonrası toprak kokusu Winter soldier yüzünden hem babasını, hem bacaklarını kaybeden Hera, vicdanından kurtulamayan Bucky Barnes'tan yalnızca onu rahat bırakmasını istiyordu.