"There were more than million starts in the sky but he was looking at her."
Beş dakika öncesine kadar ruh halimin berbat olmasına rağmen şimdi gayet gülümsemem normal miydi? Üstelik bunu sağlayanın James olması kadar ironik bir şey de olamazdı. Ama buradaydık işte, gülüyorduk.
"Evet, konuşan bir rakun metal kolumu istedi." dediğinde kahkaha attım bu söylediğine. "Kolunu mu?"
"Evet." Şimdi o da gülüyordu. "Satılık olup olmadığını da sordu."
Gülerken gözlerim eldivenlerine kaydı ve bir süre sonra gülmeyi bıraktım. "Saklaman gerekmiyor biliyorsun, değil mi?"
Kendini bir ucube gibi hissettiğini anlayabiliyordum ve bu nedensizce canımı sıkıyordu.
"Saklamamın sebebi insanların gereğinden fazla meraklı olup her tavuğun altını yoklama istekleri..."
Değişik bir örnek vermişti...
Ayrıca tek sebeninin bu olmadığına emindim. Tetikçiyken yaşadığı şeyler aklına geliyordu ve bunu değiştirecek bir şey yoktu.
"Yeni kol, yeni başlangıç." dediğimde ilk başta anlamasa da sonradan yüzü aydınlanmıştı.
"Bu da bana o kadar yalnız ve değersiz olmadığımı hatırlatıyor." Metal koluna ceketinin üzerinden dokundu. "Bunu benim için yaptılar. Beni bana kazandırmak için."
Ona değer verdiğimi söyleyemezdim. Haddimi aşan ve pişman olmadığım için üzüldüğüm çok şey yapmıştım, bunu da yapamazdım.
Bir anda, "Hey!" dediğinde hazırlıksız yakalandığım için yerimde sıçradım ama o bunu fark etmemişti bile. Eliyle gökyüzünü gösteriyordu. "Az önce bir yıldız kaydı, gördün mü?"
Kafamı iki yana sallayıp hayır anlamında mırıltılar çıkardım.
"Bence bu beni öpmen için tanrıdan gelen bir işaretti."
Alaycı bir tavırla söylediklerinden sonra sahte bir kızgınlıkla koluna vurdum. "Bir dur, mart kedisi."
"Ne?" derken kahkahalarını tutamamıştı. Gözlerim gülüşüne takılınca kaşlarımı çatıp gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Başka bir şeye odaklanmalıydım.
Şu yıldız grubu da dinozora benziyor sanki...
Şaka maka, böyle gülmesindi, kendimi iyi hissetmiyordum.
Kısa bir süre sonra sustuğunda bile gökyüzüne bakmayı kesmedim. Her an bir şeyler olabilirdi çünkü...
Yoğun bakışlarını üzerimde hissedince göz ucuyla ona baktım. "Neden yıldızları izlemiyorsun?"Gözleri kısılmış, kaşları hafifçe havalanmıştı. "Yapacak daha iyi bir şeyim var."
Beni izlemek mi?
İstemesizce dudaklarımın köşesi kıvrılırken gökyüzüne bakmayı sürdürdüm. Orada ilgimi çeken bir şey yoktu, şu an en kolay kaçış yöntemim buydu sadece.
Birden kulağıma doğru eğilip, "Amcanla aranı bozmak istemezsin bence." dediğinde kaşlarım çatıldı. Nereden çıkmıştı şimdi bu?
"Neden öyle bir şey yapayım?" diye sorduğum an arkamda ayak sesleri duyunca neler döndüğünü anlamıştım. O da yüz ifademden bunu anlayınca belli belirsiz gülümseyip, "Nezaket çok hoş şey." diye gider ayak hem lâf sokup hem de tembihlemesiyle derin bir nefes aldım sakinleşmek adına.
Tam adamından duyuyordum gerçekten...
Ben omzumun üzerinden beni izleyen amcama bakarken James bizi yalnız bırakmak için eve doğru ilerlemişti.
"Nasıl gidiyor?" diye sorarken yanıma oturup gözlerini az önce yaptığım gibi gökyüzüne diktiğinde gülümsedim. "Gitmiyor."
"Gitmese, çabalamazsın."
"Gitmediği hâlde çabalamak zorunda kalacak kadar umursanıyorum." dedim sakince.
Birisini kaybetmenin ne demek olduğunu bu denli derin bir şekilde anlamışken sevdiğim insanlara aynısını yaşatamazdım. Benim ölmeye bile hakkım yoktu...
"Uzun zamandır bu kadar umursanıyorsun Hera, çabalamak daha yeni aklına gelmiş olamaz..." diyerek göz ucuyla bana baktığında omuz silktim. "Başka bir şey var."
"Neden annemi getirdin?" diye kaşlarımı çatarak sorduğumda bir an gülecek gibi olduysa da beni daha da germemek adına kendini toparladı.
Sonra da iç çekti, gözleri hüzünle doldu. "Onu ne kadar özlediğini görebiliyorum. Minik kuşumun artık mutlu olması gerektiğini düşündüm."
"Sence beni mutlu etmek ister mi?" diye soru sormaktan ziyade, sesim daha çok kinaye barındırınca tekrar iç çekti. "Ben hayatımda olmak istememesi fikrine çoktan alıştım amca. Ama görmek çok daha farklı ve bunu kesinlikle istemiyorum."
"O da istemese böyle bir şeye kalkışmayacağımı biliyorsun Hera," dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım. "Kızıyla arasını düzeltmek istediğini söyledi."
"Yine ne geçiyor aklından?" diye merakla sorduğumda ayıplarcasına bakmıştı.
"Annen hakkında böyle konuşmamalısın, hiç yakışıyor mu sana?"
Derin bir nefes aldıktan sonra, "Başka ne düşünmeliyim?" diye sordum. Bildiğim kadarıyla annem bipolar değildi ve bu derece çelişkili davranmasının başka bir sebebi olamazdı. "Neden aramızı düzeltmek istediği hâlde, sırf hayatı bana zehir etmek için gelmiş gibi davranıyor?"
"Senin de söylediğin gibi, görmek çok daha farklı." dediğinde kalbimde bir acı hissettim. Acısı bakışlarıma yansımış olmalı ki amcam derin bir nefes alıp kafamı göğsüne yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. "Bunların benim düşüncelerim olmadığını biliyorsun yavru kuş. Sadece annenin düşünce biçimini dile getiriyorum."
Buruk bir şekilde gülümseyip, "Biliyorum." dediğimde gülmüş ve saçlarımı karıştırmıştı.
Homurdanıp saçlarımı düzeltmeye çalışırken, "Bu arada istediğin kadar konuyu değiştirmeye çalış, bir işe yaramayacak." dediğinde oflamamak için zor tuttum kendimi. Amcam ona oflanmasına fena sinir olurdu çünkü.
"Konu falan yok." dediğimde güldü tekrar.
"Ben anlamam," dediğinde sabır dilenircesine yukarı baktım. "Düğün tarihi verirsiniz artık."
Al veririz.
Söz daha sık gelcek ybler
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETRİCHOR ~Bucky Barnes
Fiksi PenggemarSmut warning⚠️ Petrichor: yağmur sonrası toprak kokusu Winter soldier yüzünden hem babasını, hem bacaklarını kaybeden Hera, vicdanından kurtulamayan Bucky Barnes'tan yalnızca onu rahat bırakmasını istiyordu.