Nefeslerimiz birbirine karışırken öpüşü ne fazla sertti ne de fazla masum. Dudakları yavaşça dudaklarımı okşarken ne yaptığımın farkındaydım ama değildim de...
Uzun zaman sonra bir ruhumun var olduğunu hissetmek çeşitli duygu karmaşalarına sürüklese de beni, istediğim tek şey şu an yaptığım şeye devam etmekti.
Belime yerleştirdiği ellerinden birisi yüzüme çıkıp yanağımı okşamaya başladığı zaman daha çok sokuldum vücuduna.
Beynimin 'çık' diyen uğultulu sesi yankı yaparken, neyin duymamı engellediğini bilmiyordum ama o dakikada çok da umurumda değildi zaten.
"Ne yapıyorsunuz lan siz halka açık yerde?"
Duyduğum sesle anında dudaklarımı çekip başımı asansörün kapısına çevirdiğimde bir grup yaşlı çetesiyle göz göze geldim. Lanet olsun...
"Şimdiki gençler hep böyle." diyen teyzenin kınayan bakışlarına maruz kaldım. Şimdiki gençler diye bahsettiği kişilerden birisi de dedesi yaşındaydı ya neyse...
Daha onları atlatamadan, tekerlekli sandalyede oturan, neredeyse kadayıf olmuş olan amca, "Ayıp ayıp," deyince derin bir nefes aldım. "Bari asansörde yapmayın."
Kaşlarımı çatarken, "Kusura bakmayın ama," diyerek ona yönelik konuştum. Her an bastonunun kafama inme ihtimalini de unutmamaya çalışıyordum. "Siz kümeste tavukların önünde sevgilinizi düzerken bir şey diyen oluyor muydu?"
Beni duyunca adam şaşkınlıkla, yanakları kızaran yaşlı teyzeye dönüp, "Charlotte, neden ona bundan bahsettin?" diye sorunca gözlerim kocaman açılmıştı.
Gerçekten bunu yapmışlar mıydı?
Kulağımın dibinde bir melodi gibi gelen kahkahasını duyduğumda yutkunurken hızla ona döndüm. "Neden hâlâ yerdeyiz?"
Pişkince sırıtıp, "Bilmem belki devam ederiz." dediğinde benden önce teyzelerden birisi tepki göstermişti.
"Bana bak çocuk, hemen kesin şunu." Tam sonunda benimle aynı fikirde olan birisi diye düşünürken, "Yani benim için sorun değil ama senin böyle bir çelimsizle münasebete girmene gönlüm razı gelmez." dediğinde tabiri caizse gözlerimden ateşler çıkararak ona döndüm.
"Etlerin sarkıyor farkında mısın?" diye sorduğumda hemen gözleri dolmuştu. Umurumda değildi, bana çelimsiz demişti. Hem zaten, muhtemelen kocası olan adamın ilgisini üzerine çekebilmek için rol yapıyordu.
James kulağıma eğilip, "Gidelim yoksa bunlar bizi donunda sallayacak senin yüzünden." diye fısıldadığında ona kafamı salladım.
Her ne kadar diklensem de, bastonlardan birisiyle bütünleşmek istemiyordum.
Ayağa kalkıp yaşlıların arasından geçerken bana hakaret eden teyzeye ters ters bakmayı da ihmal etmemiştim.
Sonunda arabanın yanına ulaştığımızda iki eli de beni tutmak için vücudumda sabitliyken kapıyı açamayacağından dolayı uzanıp ben açtım.
***
Kapıdan içeri girdiğimiz anda burnuma gelen nefis yemek kokularıyla kaşlarımı çattım. Menü normalde pek değişmezdi ama bugün çeşitli çeşitli yemek kokuları geliyordu.
Mutfağa doğru ilerlerken Damon'ı görmemle durdum. "Neler oluyor?"
"Tedaviye devam etmenin şerefine kutlama gibi bir şey düzenliyor." Güldükten sonra devam etti. "Tabii kendisi içkiye karşı olduğu için bu şekilde yapıyor."
Kafamı aşağı yukarı salladım. "Aç değilim ve beni öldürecek, değil mi?"
Damon gülerken, omzumda James'in elini hissettim ve o anda Damon'ın bakışları da omzuma kaydı. Boğazını temizledikten sonra, "Yani, evet... Kendini zorlasan iyi olur." dedi ve önümden çekilip dışarı doğru adımlamaya başladı.
O gittikten kısa süre sonra James'in keyifli sesini duymuştum. "Vay canına, ondan nasıl kurtulacağımı buldum."
Kaşlarımı çatıp omzumun üzerinden ona baktım. "Kesinlikle odasını ateşe vermeyeceksin." Ondan böyle bir şeyi bekliyordum.
Başını iki yana sallayınca, "istifa etmesi için tehdit etmek de yok." dedim. Tuhaf bir şekilde Damon'dan asla hazetmiyordu ve gitmesi için elinden geleni yapacağını söylemişti.
"Bunlara gerek yokmuş ki," diye sırıtarak konuşmasıyla anlamazca ona baktım. Ne demek istiyordu? "Omzuna dokunmak gibi küçük bir teması gerçekleştirdiğimde bile hemen kaçacak yer arıyor."
Kaşlarım havalanırken, "Hayır." dedim. "Yanılıyorsundur... Neden rahatsız olsun ki?"
"Körsün galiba sen." diye konuştuğunda ne anlatmak istediğini bir türlü anlayamıyordum.
Bu yüzden, "Açık konuşsana." diye ısrar ettim. Ancak onun konuşmaya niyeti yoktu ve ben ikna edemeden Karen gelmişti.
Mutlu bir şekilde yanağıma ardı ardına öpücükler kondurduktan sonra sandalyemi mutfağa yönlendirirken neye uğradığımı şaşırmıştım.
Birden çeşitli yemeklerle donattığı masanın önüne beni yerleştirince aç olmadığım hâlde midemi tıka basa doldurmak zorunda kalacağım anları şimdiden yaşamıştım.
Benden hızla uzaklaşınca neler olduğunu görmek için ona döndüm ve James'i çekiştirdiğini gördüm.
Sanki altı yaşındaki oğluymuş gibi çekiştirip yanımdaki sandalyeye oturmasını sağladığında, James'in dumura uğramış suratını görüp kahkaha attım.
"Benim ne kabahatim vardı?"
"Kabahatin yok canım. " diyerek kocasının yeri olan sandalyenin hemen yanına kurulurken oldukça neşeliydi. "Son zamanlarda anlıyorum ki, en çok sevdiği kişinin bile yapamadığı şekilde ulaşıyorsun ona. Bu yüzden yakınında kalmalısın." dediğinde yutkunup James'e dönmüştüm.
O da yüzünde küçük bir gülümsemeyle düşünceli bir şekilde bana bakıyordu.
Derin bir nefes alıp, "Bu doğru değil," dedim. "Önüne dönebilirsin."
Hep tehditle istediğini yaptırırken Karen'ın söylediklerine kulak asması gülünçtü...
Keith amca, Damon ve Valerie de bize katılırken, Karen'ın, "Bir de haberdar olman gereken bir gelişme var," diyince ona dikkat kesildim.
"Amcan tedaviye tekrar başladığını duydu ve ilk uçakla burada olacak."
Üzgünüm millet üç gündür yoktum buralarda. Yorgundum bayağı o yüzden yazamadım.
Bu arada yorumlar azalıyor sanki :(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETRİCHOR ~Bucky Barnes
FanfictionSmut warning⚠️ Petrichor: yağmur sonrası toprak kokusu Winter soldier yüzünden hem babasını, hem bacaklarını kaybeden Hera, vicdanından kurtulamayan Bucky Barnes'tan yalnızca onu rahat bırakmasını istiyordu.