15 Kasım
Son 3 günZamanında insanların taktığı maskeleri düşürmüş, saklamıştım. Bir gün benimde bunu kullanmak zorunda kalacağımdan bi haberdim. Artık diğerleri yaptığı için kafayı yediğim şeyi kendimde yapmaya başlamıştım, rol yapıyordum. Öyle büyük bir rol yapıyordum ki kimse aklımın içinden geçenleri algılayamıyordu.
Benimle oynadıkları gibi oynuyordum onlarla, piyon olmak yormuştu. Artık piyonları hareket ettiren kişinin yerine geçmiştim.
En son Albertin yatağında uyuyordum, fakat gözlerimi açtığımda büyük bir karanlıkla karşılaştım, o kadar karanlıktı ki bir an gözlerimi açıp açmadığım konusunda şüpheye düşmüştüm.
Elimi gözlerime götürdüğümde açık olduklarını fark ettim fakat kör olmuş gibiydim, etraf felaket şekilde karanlıktı. Tek bir ışık bile yoktu.
Ayağa kalktım, ellerimi bir kör misali sağda solda gezdirerek hareket ettim. Arkamda, sağımda ve solumda duvarlar vardı, bulunduğum yer fazla küçüktü. Dört adımda duvarlar ile karşılaşmıştım.
En sonunda ileri doğru ilerledim ki aralıklarla demir parmaklıklar olduğunu anladım, bir hücrede miydim? Uyurken beni buraya getirdilerse de nasıl uyanmamıştım? Uykum eskisi kadar hafif değildi, bu işte birşeyler vardı.
Sessizce oradan uzaklaşıp bir duvarın kenarına çöküp oturdum, ayağının hemen yanından geçen fare ürkmeme sebep oldu. Koca black heart farelerden korkuyordu!!
Etrafı izlemeye başladım, karanlık dışında birşey göremiyor olsam da gözümün bu siyahlığa alışmasını istedim. Çok değil 10 dakika sonra renk açılmaya başladı. Ellerimle bir yerlere dokunduğumda etrafın daha da fazla aydınlandığını anladım, gücümü kullanıp yorulmak istemiyordum fakat olduğum yerin neye benzediğini bilmem gerekiyordu.
Etrafın siyahlığını biraz daha açıp durdum, yeterince görebiliyordum artık. Zaten tahmin ettiğim gibi bir hücredeydim, sadece küçük detayları fark etmemiştim. Mesela üzerimdeki tavan boylu boyunca örümcek ağları ile doluydu. En azından örümceklerden korkmuyordum.
Kafamı yana çevirdiğimde daha yeniki farenin gittiği yerin küçük bir delik olduğunu gördüm, tam karşısında bir tane daha delik vardı. Demekki buradan sürekli olarak çıkıp giriyorlardı.
Oradan uzaklaşıp demir parmaklıkların olduğu yere gidip oturdum, sırtımı parmaklıklar acıtsa da önemsemedim. Duvarlar o kadar pis ve korkutucuydu ki oraya gitmek istemedim.
Yerde kan izleri ile ölüm yazıyordu. Duvarlarda ise kanlarla çizik atılmıştı, sıkıntıdan saymaya başladım ki sonradan duvarın boylu boyunca çizik olduğunu anlayıp bıraktım. Burada bende önce her kim kaldıysa bir yıla yakın yada bir yıldır kalmış olmalıydı.
Sıkıntıdan kurumuş kanla kaplı zemine uzandım, şimdi ise korkutucu bir manzara ile Karşı karşıyaydım. Örümcek ağlarında yaşayan hiç de dost canlısı gözükmeyen böceklerle bakışıyorduk. Garip bir şekilde hepsi bana bakıyormuş gibi hissediyordum.
Canım sıkılmıştı.
Canım çok fazla sıkılmıştı.
Canım acayip derecede fazla sıkılmıştı!
Kaç saattir buradaydım bilmiyorum ama acıkmıştım,susamıştım. Nasıl insan olmayıp bu duygulara sahiptim bilmiyordum, Albert hiç acıkmıyordu oysaki! Gerçi diğerlerinin acıktığını görmüştüm, en azından pamir yılan falan yiyordu. Acıkmasa yemezdi herhalde.
Eğer boyutlarda yaşasaydım bende böyle iğrenç yemekler mi yiyecektim diye çok merak ediyordum, bir gün pamire gidip bunu sorduğumda kızmış ve "Siz Tavuğun götünden fırlattığı şeyi yerken iğrenç olmuyorda ben şahane üstü lezzetli yılanımı yerken mi iğrenç oluyor!!" Demişti. Bende karşılığında kaşlarımı çatarak "Kesinlikle Bu şekilde" diyerek yumurtayı savunmuştum. Bana Ogün gözünü devirmiş arkasını dönerek mutfağa ilerlemişti, bunu yaparken de "Götümle muhattab ol! Kendim böyle saçma konuşmalar yapamıcak kadar değerliyim" demişti. Sonrasında ise kendi dediği lafa sinirlenip "Gerçi benim götüm bile senden daha kıymetli!!" Diye bağırmıştı. Ve bu triplerin hepsi sırf yemeğine iğrenç dediğim içindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maria'nın Laneti
ParanormalSesiyle herkesi laneti altına alan bu kadın bir gün isteğine ulaşamaz...