(5) Teröristlerin Ele Başı

1.6K 106 36
                                    

"Zeynep Taşkıran!"

Adımı seslenen askere dönerek kaşlarımı hafifçe çatıp  efendim, dedim. Asker önce beni süzdükten sonra elindeki telsizi ağazına götürdü ve arkasını dönerek telsizin ucundaki kişiye bir şeyler söyledi. Ama hem kapının ağazında hem de sessiz konuştuğu için ne dediğini duymak mümkün değildi. Telsizle konuştuktan sonra yanındaki diğer beş askere baş işareti yaparak beni gösterdi.

Anlamsızca askerlere bakarken askerler gelip benim kaldığım parmaklığın kapısını açarak içeri girdi.

"Kalk ayağa, bize zorluk çıkartmadan peşimize düş!"

Bağırarak söylediği şeyler beni korkutsa da başımı sallayarak askerlerin arasından geçip parmaklıktan çıktım. Ben çıktığım an askerlerden birisi ellerimi değişik bir kelepçeyle kilitledi. Kollarımdan tutup çekiştirerek parmaklıklı odaların bulunduğu büyük nezarethaneden çıktık.

Nereye gideceğimiz hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, fikirler bende buraya geldiğimden beri tükenmişti. Buraya adım attığım an, ben tükenmiştim. Ses çıkartmadan askerlere ayak uydurarak onları takip etmeye devam ediyordum. Burası beni getirdikleri yer değildi çünkü gelirken hiç böyle yerler görmemiştim. Lacivert renkteki koridor ne kadar beni boğsada buna aldırmamaya çalışarak yürümeye devam ettim. Koridorun sonunda kocaman çelik, siyah bir kapı vardı. Geniş koridorun her tarafında asker ve kamera vardı.

"Erol, kapıyı aç!"

Adımı seslenen askerin kapının ağzındaki askere söyledikleriyle asker hemen elini cebine atıp anahtarı çevik bir hareketle çıkartarak çelik kapıyı açtı. Kapı açılınca askerlerden birisi beni içeriye doğru ittirdi. Hızlı ittirmediği için düşme tehlikesi geçirmemiştim, bu benim için bir ödül kadar değerliydi. Kapıyı kapatmamışlardı, arkamdan beni izlediklerini hissediyordum.

İçerinin atmosferine dikkat kesildiğimde loş bir sarı ışığın odanın karaltısına engel olmaya çalıştığını gördüm. Oda tamamen boştu, sadece bu sarı loş ışık vardı.Gördüklerim bununla sınırlı değildi; önümde kanlar içinde kalmış bir adam yatıyordu ve hiç yaşam belirtisi yoktu. 

Gözlerimi iyice açarak geriye doğru sendeledim ve acı bir çığlık attım. Çığlığım o kadar büyüktü ki, kulağımın çınladığını hissediyordum.

Resmen önümde ceset vardı! Ya da yarı baygın bir adam..

"Kes sesini!"

"Siz... Onu nasıl öldürürsünüz? B-bu insanlık dışı.."

"İnsanlığı terörist bir kadından öğrenecek değilim."

"Ben terörist değilim ama şuan bunu tartışacak durumda da değilim.. Onu neden öldürdünüz?"

"Ölmedi, küçük bir sıyrık diyelim."

Karşımdaki uzun boylu,esmer bir askerin söyledikleriyle herkes kahkaha attı. Bu aşağılık yerde ne olduğunu hala anlamasam da, burada garip şeylerin döndüğü kesindi.

"Beni neden buraya getirdiniz, kim bu adam?"

Ne kadar yerde kanlar içinde yatan birisi de olsa kendimi de düşünmek zorundaydım, hem zaten adamın ölmediğini söylemişlerdi. Bu durumda düşünebileceğim tek kişi kendimdi.

"A aaa.. Hala anlamadın mı seni neden getirdiğimizi? Mesajlaştığın kişi, yani teröristlerin ele başı."

Duyduğum şeylerle şimdiye kadar daha ne kadar şoka uğrayabileceğimi düşündüm. Önümde hayatımın dönüm noktasında olan bir kişi vardı. Hala olayı idrak edemiyordum, şöyle bir şey de vardı; kim olduğunu öğrensem bile ne yapabilirim ki? Neden mesajıma cevap verdin mi diyeceğim. O zaten belasını bulmuş durumdaydı, muhtemelen bugünlü yarınlı ölürdü. Bunları sanki çok normal bir şeymiş gibi söylemek ne kadar acı verse de bunlar gerçeklerdi. Hayat buydu. Ama bir teröristin ölümüne acıyacak kadar da aşağılık değildim.

"Ben bu kişiyi tanımıyorum, anlamadan dinlemeden bana iftira attınız. Ne biçim bir sistem bu böyle? Belkide bana iftira atan kişiler dikkati kendi üzerinden çekmek için dinlemiyor ya da olayın soruşturulmasına izin vermiyor."

"Kes sesini hadsiz!"

Odada yankılanan tokat sesiyle gözlerim sulanmıştı, yanağımda yoğun bir sızı hissediyordum. Saçımda hissettiğim elle gözlerimi iyice açtım. Bir anda saçlarımın hızla çekilmesiyle çığlık attım.

"Sen kime, ne dediğini biliyor musun? Birde yetkilileri suçlamaya çalışırsın ha!"

Saçlarımdan sürükleyerek beni duvarın önüne getirdi ve ben daha ne olduğunu alamadan kafamı sertçe duvara vurdu.

"Yapma! Du-"

Cümlemi bitiremeden kafamı ardı ardına duvara öyle vurdu ki; sanki beynim yerinden çıkıyor gibi hissediyordum. Bu acı dayanılmazdı..

Ellerimi alnıma koyarak darbeyi en aza indirmeye çalıştım ama nafileydi, ellerimi alnıma koydum diye daha sert bir şekilde vuruyordu. Ve bu acı sağlıklı bir insan için bile fazla dayanılmazken benim gibi beyninde tümör olan birisi için ölümdü. Kafam öyle zonkluyorduki şuan ne olduğunu anlayamıyor, zihnimin gidişatına ayak uyduramıyordum. Kafamdaki acı dolu sesler heryerde yankı yapıyordu.

"Yapma, nolur!"

Bedenimin heryerine yayılan acı beni gitgide halsiz düşürüyordu. Belimde çok yoğun bir acı hissediyordum ama neden olduğunu anlayamayacak kadar halsizdim. Gözlerim kayıyordu, bilincimi açık tutamıyordum. Ayaklarım artık beni kaldıramayacak duruma gelmişti, artık buna dayanamadığım için kendimi bıraktım. Başımı yere sertçe çarpmamla ufkum kararmış,heryer karanlığa bürünmüştü.

Zeynep'in Babasının Anlatımıyla

Çalan telefon sesiyle yataktan irkilerek uyanmıştım, sabahın bu saatinde hayrı alamet bir şeyle aramadıkları kesindi. Eşim telefonunu aldı ve uyuşuk bir şekilde aramayı yanıtladı.

"Efendim?"

Konuşan kişinin sesi anlaşılmıyordu ama Hale'nin gözleri bir anda açılmıştı.

"Tamam tamam geliyoruz."

Telefonu kapatıp hızla yerinden kalktı, hazırlanmam gerektiğini söyledi.

"Ne oldu Hale, Ne bu telaş?"

"Annem rahatsızlanmış Kenan, kalk hemen gidelim."

"Zeynep'i de uyandırayım, dur bekle."

"Hayır hayır, uyandırma yavrumu. Zaten kaç günden beri nöbet tutuyor."

"Haklısın, daha stajdayken bile böyleyse hemşire olduğunda düşünemiyorum..."

Hafif bir tebessümle bana bakıp konuşmaya başladı.

"Hele bir hayırlısıyla olsun da.."

Kafamı sallayarak onayladım ve yerimden kalkıp üstüme düzgün bir şeyler giyindim. Kayınvalidenin durumu bu sıralar kötüydü; doktor her şeye hazırlıklı olmamızı söylemişti. Bu durum Hale'yi derinden sarssada ölüm herkes için vardı, hepimizin memleketi topraktı.

Cüzdanımı ve arabanın anahtarını alıp odadan çıktım, etrafa bakındığımda Hale'nin ortalıkta olmadığını gördüm. Bir anda Zeynep'in odasının kapısı açılınca bakışlarımı oraya çevirdim, Hale'ydi.

"Merak etmesin, not bıraktım."

"İyi yapmışsın hatun, hazırsan gidelim."

"Gidelim."

...

Vardığımızda kayınvalidenin yoğun bakıma alındığını ve durumunun son derece ağır olduğunu öğrendik. Böyle olunca zaten anlamıştık az çok ne olacağını. Hiç unutmadığım sözleri aklıma gelince hüzünlenmiştim.

"Dünyadaki bir tutamlık hayat için canını sıkma oğul. Birgün bu yaşadıklarını hatırlayıp 'Ben bunlara mı canımı sıkmışım?' diyeceksin. İşte o zaman anlayacaksın Dünya'nın geçici olduğunu. Ama bunu ne zaman anladığın önemli. Kızını koru kolla: derdi veren Allah, şifayı veren Allah."

Zeynep'in tümör olduğunu öğrenince ben ağlarken söylemişti bunları. Ne kadar hak versemde o benim canımdı, insan kaldıramıyordu. Neyseki erken tedaviye başlamıştık, tümör şuanda zararsızdı. Herşeyin hayırlısıydı..

Bitiş.

🧚‍♀️🦋

TERÖRİST SANILDIM! |  YARI TEXTİNG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin