sekiz

2.6K 163 13
                                    



çarşamba
saat 15.17

ali
yuşa

ayakları, ayakkabı modeli yüzünden bahçedeki taşları hissederken elleri tuttuğu kitabı parmak boğumlarını beyazlatacak kadar sıkmakla meşguldü. ali ufacık bir olay için bile bu kadar gerilmekten nefret ediyordu. toplu ortamlara uyum sağlayabiliyordu. bunda hiçbir sıkıntı yoktu. fakat iş birebir ilişkiye geldiğinde, içine girdiği stres doğru iletişim kurmasına hiç de yardımcı olmuyordu. ilginin toplanacağı tek kişinin kendi olması onu korkutuyor, karşındakinin ondan sıkılacağını düşünüyor ve bu yüzden böyle durumlardan kaçıyordu. elbette bu çok yakın olduğu insanlarla böyle değildi. ama yanında tek başınayken rahat hissettiği insanlar bir elin parmağını geçmezdi.

çardağa iki adım kala ciğerlerindeki havayı büyük bir nefesle tazeledi. elindeki kitabı masanın üstüne koyana kadar yuşa onu fark etmemişti bile. gözlerini alininkilerle buluşturup hiç de aceleci olmayan hareketlerle yüzünü inceledi. açık kahverengi gözleri kaşlarından bir tık daha açık tondaydı. ucu ne kalkık ne de düşük sayılabilen burnu çok hafifçe kemerliydi. alt dudağı üsttekine göre biraz daha büyük kaçan dudakları kalemle çerçevelenmiş kadar şekilliydi. yüzünde yer yer eskiden kalma sivilce izleri mevcuttu. bakışlarını saçlarına çıkardı. sırasında yatarken belli olmayan kahverengi olarak adlandıracağı teller gün ışığında kızıl yansımalar ortaya çıkarmıştı

ali kendini inceleyen çocukla daha da gerilmiş fakat bunu mimiklerine yansıtmamayı başarmıştı. yine de daha fazla dayanamayarak konuşmak için dudaklarını araladı.

"getirdim."

yuşa iki saniyeliğine gözünü kitaba değdirdikten sonra yeniden aliye döndü.

"bundan bende var ama."

"anlamadım?"

"bu adamın bütün kitapları var bende."

ali hafiften sinirlenmeye başladığını çatılan kaşlarıyla belli etti.

"bunu bana buraya inmeden önce de söyleyebilirdin."

alinin arkasından vuran güneş, gözünün kısılmasına sebep olsa da yuşa şu an oldukça keyifli gözüküyordu.

"evet."

"söyleyebilirdim."

yuşa yüzündeki sırıtışla ona bakmaya devam ederken ali onun ağzının ortasına yapıştırmak istiyordu. ama yapmadı. gözlerini kapatıp kısa bir süre tanrıdan sabır diledi. işe yaramış olacak ki kafasını hafifçe sallayıp önündeki kitaba elini uzattı. fakat yuşa ondan önce davranarak kitabı almıştı bile.

"ne yapıyorsun amına koyayım versene sende varsa."

"istemiyorum."

"iki kitabı ne yapacaksın kardeşim ver şunu."

"bu benim olsun, ben de benimkini sana veririm sorun çözülür."

"ne fark ediyor oğlum içinde aynı şeyler yazmıyor mu?"

"farklı yerlerin altı çizili ama."

"ben çok altını çizmem kitapların."

"iyi bunun da altını ben çizerim o zaman."

ali karşısındaki çocuğun ısrarını dindirebileceğini düşünmüyordu.

"iyi tamam, getir o zaman kitabını sen de."

" yarın getiririm."

ali kafasıyla onayladı onu.

"çıkıyorum o zaman ben."

"ne acelen var."

"zil çaldı."

yuşa gözlerini bahçede gezdirdi, insanların yavaş yavaş sınıflara çıktığını fark etti.

"ne ara çaldı ya?"

"çaldı işte."

"senin dersin yok mu?"

"beden."

"iyi çalış sen, görüşürüz."

"görüşmek üzere."

ali adımlarını okula yöneltip yürümeye başladığında yuşa önündeki sorulara dönmek için hiç de acele etmedi.

sınıfına giden merdivenlerden çıkarken ali, düşündüğünden daha az gerildiğini fark etti. bu farkındalık onu biraz rahatlatsa da bir dahaki yüzyüze iletişimlerini iple çektiği söylenemezdi.





bu hayat insanazor
bu hayat hayvanazor
ama en çok aliyezor.

dokuza kadar onHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin