Bir gün herkes birine geç kaldığına ya da birinden erken gittiğine pişman olacak...
Polen
...
Emir KANDEMİR'in anlatımıyla
Her insanın mutlaka pişman olduğu birçok şey vardır. Benim de vardı. Bu dünyada yaptığım şeylerden pişman olmadığım kadar, pişman olduklarım da vardı. Mesleğimden pişman değildim mesela, çocuklarımdan, sevdiğim kadından, en yakın arkadaşımdan... Asla pişman değildim.
Kolay kolay yaptıklarından pişman olan biri de değildim. Çünkü bir işi yapmadan önce çok düşünürdüm. Her ayrıntıyı hesaplardım. Hesaplamadıklarımın içinde en güzel olanlardı bu saydıklarım.
Pişman olduklarım ise... Çok arkadaşımı toprağa vermiştim ben, işlerin ters gittiği zamanlar kendi ellerimle ateşe atmak zorunda kaldığım arkadaşlarım, toprağa verdiklerimin çoğundan helallik isteyemeden şehadet şerbetini içen arkadaşlarım olmuştu. Onların ailelerine haber vermiştim. Bunlar benim pişmanlıklarımdı.
Ama en büyük pişmanlığım...
Benim en büyük pişmanlığım, bir oğlumu kucağıma alıp onun kokusunu içime çektikten sonra götürdükleri zaman onu kurtaramayışımdı.
Benim en büyük pişmanlığım, bir oğlumu bulmuşken diğer oğlumu koruyamadığımdan kaybettiğimdi.
Benim en büyük pişmanlığım, kızımın en büyük acısından onu kurtaramamak, onun yanında olamamaktı.
Benim en büyük pişmanlığım çocuklarıma yetememekti...
Şimdi ise karşımda bunların sonuçlarından birini izliyordum.
İzleme odasındayım. Karşımda koca bir cam, yanımda Nehir, Ali, Emre, Fırat... ve karşımdaki camın diğer tarafında ise kızım...
"Dediğin gibi seni tanıyorum komutan, zayıflıklarını da biliyorum." diyordu Mirkan.
"Öyle mi?"
"Öyle yaa. Abini ben öldürttüm komutaan. Abinin ölüm emrini veren bendim." dedi pislik herif.
"Ne diyor bu?" diye yanımdan konuşmaya başladı Nehir.
"Emir ne diyor bu adam?"
Onlara döndüğümde Emre ve Fırat şaşırmış bir hâlde bana bakıyordu. Nehir adama büyük bir nefretle bakarken, Ali'ye döndüm. O da bana bakıyordu.
"Şimdi bittik..." dedi. "Al bakalım şimdi bu adamı Dicle'nin elinden alabilirsen."
"Şimdi ne olacak?" diye tekrar bana döndü Nehir.
"Bekleyeceğiz." dedim. Kızımı tanıyordum. Ne olursa olsun şahsi meselelerini, devlet meseleleri ile karıştırmayacak kadar hem devletine hem de kendine bağlıydı.
Tekrar Dicle'ye döndüm. Donup kalmıştı. Donuk bir şekilde Mirkan'ın gözlerine bakıyordu. Kendine gelmesi lazımdı oysaki. Bizim henüz geldiğimizi bilmemesine rağmen mikrofonu açıp ismini söyledim.
Önce cama döndü, nerede durduğumu bilmemesine rağmen gözlerimiz birbirine değdi. Onu en iyi ben anlardım, beni en iyi o anlardı. Sadece adını söylememe rağmen benim ona ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAVRU VATAN
Teen Fiction"Bu bir aşk meselesi...Vatan Aşkı" Abisinin ölümünün ardından Ankara'ya giden Dicle, iki yıl sonra nihayet babasının yanına, Şırnak-Silopi'ye gider. Tekrar göreve dönmek ona gerçekten iyi gelmiştir. Ancak aile sıcaklığı içeren Kartal Tim'i onun bütü...