Jeongin kulağına fısıldanan sözcüklerin altında kalmadı. Hyunjin'in kurduğu üstünlüğü, onun belinden kavrayıp bozarak o da fısıldadı. "ateşinde yak beni Hyunjin." İkilinin gözleri birbirlerinin dudaklarından ayrılmaz iken, yüzüne vuran sıcak nefese artık dayanamayarak ilk atağı Hyunjin yapmıştı.
Hyunjin elini, belini sahiplenircesine tutan elin üzerine koydu. Jeongin'in alt dudağını, kendi dudakları arasına hapsederken onu ensesinden kavrayarak başını yana eğdi. Jeongin'in gözleri kendiliğinden kapandı, dudağını hapseden dolgunluklar beynini uyuşturmuştu sanki.
Alt dudağının ısırılmasıyla kendine geldi, o da Hyunjin'in üst dudağını kavradı. İkili anın tadını çıkartmak ister gibi yavaşça, ağır çekimde dudaklarının tadına bakıyordu. Hyunjin'in midesi heyecandan kasılıp bulanmaya başlamıştı. Jeongin ile dudakları birleştiğinde içinde çiçekler açmış, tepelerinde onlara gülümseyen bir güneş ve göz kırpan gökkuşağı oluşmuştu.
Jeongin'in bir eli sahiplendiği belde yerini korurken, diğer eli Hyunjin'in yanağını kavramış, baş parmağıyla elmacık kemiğini okşamıştı. Hyunjin dudaklarının arasındaki pembeliklerin gerilmesiyle, Jeongin'in gülümsediğini anlamıştı. Tam ondan ayrılmak üzereydi ki kulaklarını neşeli bir çığlık esir aldı.
"İşte bu be!" Çarşıdan aldığı yemeklik malzemelerle geri eve dönen Minho, karşılaştığı görüntü karşısında sevinç çığlığını tutamayarak genişçe gülümsedi. Yumruk yaptığı eliyle birlikte kolunu ileri uzattıktan sonra tekrar kendine çekti. "Yes!"
Hyunjin'in gözleri irileşirken panikle Jeongin'i omuzlarından ittirerek ayırdı dudaklarını. Birkaç saniye önce yaşananların daha yeni farkına varmış gibi eli dudaklarının üzerinde, saçlarının yarısı kırmızı olmuş halde şaşkın ve bir o kadarda utangaç şekilde gözlerini kırpıştırarak duruyordu.
"H-hoşgeldin baba. Hahaha erken mi geldin?" Jeongin gergince gülerek konuştu. Otuz iki diş gülümserken ensesini kaşıdı.
"Ay yok yok, gelmedim ben. Birşey de görmedim. Siz devam edin." Minho avucunu ağzını kapatarak tatlı tatlı kıkırdadı. Yere bıraktığı poşetleri, pişkince sırıtıp alarak evden çıkmak üzereydi ki Jeongin durdurdu onu hemen.
"Baba dur, bir yere gitmene gerek yok."
"Evet efendim. Ben gitsem daha iyi olur. İyi akşamlar-" Hyunjin, Minho'nun önünde doksan derece eğilirken daha akşam olmadığını hatırlayarak dikleşti ve hızlı hızlı konuştu. "yani iyi günler demek istemiştim." Aferin Hyunjin, kendini daha fazla rezil edemezdin!
Hyunjin koşar adımlarla kapıya giderken kıdemliye doğru başını eğip eğip kaldırıyordu saygı çerçevesinde. Jeongin onu durdurmak için peşinden gidecekken babası ondan önce davrandı.
"Nereye gidiyorsun şaşkın çocuğum?" Minho, soğuk terler akıtan Hyunjin'in kolunu tutup durdurdu. "Daha karpuz kesicez." Minho kolundan tuttuğu Hyunjin'i, peşinden mutfağa doğru götürüyordu gülümseyerek.
Hyunjin gerek olmadığını söylese de Minho onun susmasını, aksi takdirde kafasına kepçe yiyeceğini söylüyordu. Jeongin gülmesini bastırmak için dudaklarını birbirine bastırırken garip sesler çıkartıyor, Hyunjin işaret parmağını ona sallayarak tehditlerini sıralıyordu dudaklarını oynatarak.
Minho Hyunjin'i mutfaktaki sandalyeye oturtarak poşetlerdeki erzakları yerleştirmek için tezgaha gitmişti. Yanlarına Jeongin'de geldiğinde, Hyunjin'in oturduğu masanın karşına oturmuştu o da.
Hyunjin içinin cayır cayır yandığını hissederken masanın üzerindeki sürahiden su doldurmuştu kendine, bardağı dudakları arasına götürüp içmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
RandomO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!