Ay kaçılın yoldan ben geldim
Ben geldiiiim~~~
"Jeongin, kurabiyeler pişmiştir artık alabilirsin fırından!" Minho yorgun ses tonuyla bağırarak konuştu, cümlesinin bitmesiyle öksürdü. Uzandığı koltukta yüzünü buruşturarak, acıyan boğazını ovaladı. İki gün önce yüksek desibelli kullandığı sesinden dolayı boğazı hâlâ acıyordu. Tahriş olmuştu.
"Oldu bil!" Jeongin odasından adeta fırlayarak mutfağa doğru koşar adımlarla giderken, Minho oğlunun arkasından kıkırdıyordu.
İki gün önce söz verdikleri gibi birlikte damla çikolatalı kurabiye yapmışlardı. Tabi Minho hamuru yoğururken bitkin düşmüş, oğlu tarafından kucağına alınarak salondaki koltuğa yatırılmıştı. Elementinin zarar görmüş olması bitkin düşürüyordu onu, kalan son enerjisini de alıp götürüyordu.
Elementi ve bedenindeki çatlaklar bitiriyordu onu yavaş yavaş. Göz altları mosmor olmuş, yüzü ve dudakları bir ölüden farksız derecede solgundu. Sanki gözlerini kapatsa, bir daha hiç açamamaktan korkarcasına düşük göz kapaklarıyla, bayık bakışlarla bakıyordu. Uçlarından başlayarak yarısı bembeyaz olmuştu saçları.
Bedenindeki inanılmaz yorgunluktan dolayı kapandı kapanacak gözleriyle, ellerini karnının üzerinde birleştirmiş, Jeongin'in şehirden onun için aldığı bol tişörtün göğüs kısmının açıkta bıraktığı yerden dolayı, kalbinin ve göğüs kafesinin olduğu alandaki ilerlemiş olan çatlaklar fazlasıyla belli oluyordu.
Jeongin, iki gündür perişan olan babasını neşelendirmek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Zaten elementinin hasarlı oluşu onun güçsüz bedenini yitirirken, iki gün önce Jisung ile yapmış oldukları konuşmada dezavantaj olmuştu onun için.
Yanan birkaç parmağının ardından sonunda kurabiyeleri tabağa koymayı başaran Jeongin omuzlarını dikleştirerek, tepsideki kurabiye tabağına ve ballı sütlere gururlu bir şekilde baktı. Hah, ondan marifetlisi yoktu!
"Ya senin bu oğlun çok marifetli baba." Jeongin yüzündeki sırıtışla salona girerek babasına doğru ilerledi. Minho oğluna güldüğünde, göğsüne giren sızıyla yüzünü buruşturmamak için zor tuttu kendini. Jeongin'e kötü olduğunu daha fazla belli etmek, onun üzülmesini istemiyordu.
Jeongin babasının doğrulmasında yardımcı olduktan sonra sırtının arkasına yumuşak yastığı yerleştirdi. Koltuğun önündeki masaya tepsiye koydu, kendisine de bir sandalye çekerek oturdu. Jeongin tepsiyi koyarken, Minho'nun dikkatini çeken kızarıklıklar kaşlarının çatılmasına neden oldu.
"Parmaklarına ne oldu birtanem?" Sesi halsizce çıksa bile hâlâ aynıydı, naif ve yumuşaktı ses tonu.
Jeongin parmaklarına baktıktan sonra gülümsemeye çalışarak ensesini kaşıdı. "Biraz becerememiş olabilirim tabi." Minho ona 'afferin' bakışı attıktan sonra oğlunun parmaklarını, ellerinin arasına aldı.
Kuruyan dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra, Jeongin'in kızarık parmaklarına birer öpücük kondurdu. "Daha dikkatli ol küçük tilkim, tamam mı?" Minho öpmeyi bırakarak onay bekleyen gözlerle baktı, kendisini ufak tebessümüyle izleyen oğluna.
"Ederim." Jeongin'de onun alnına uzun sayılabilecek bir öpücük bıraktıktan sonra saçlarını okşadı. Ellerini birbirine çarparak "hadi artık yiyelim!" Dedi çocuk sevinciyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
RandomO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!