Bazen bazı durumlara veya insanların bize olan davranışlarına karşı durmaksızın haykırmak isteriz. İnkar etmek isteriz. Nedenler içinde kaybolmuş düşüncelerimizi bağıra çağıra, içimizdeki acı dinecekmiş gibi kelimelere dökmek isteriz.
Yaşanan durumun sonucunu ya da o insanın davranışını değiştirmeyeceğini bile bile isteriz. Artık elimizden birşey gelmiyor oluşunun çaresizliği, içimizdekileri haykırırsak belki biraz da olsa düzelir diye ettiğimiz o küçük umutlar...
Tıpkı Jeongin'in hissettikleri gibi aciz duygulardı.
Henüz açmadığı büyük kanatlarıyla, asıl ten rengini aldığı kırmızı bedeniyle, beyazlığından esir kalmayarak geriye yatırılmış olan kıpkırmızı saçlarıyla, yüzündeki birazdan olacakların getirdiği keyifli sırıtışla ve iki yanında duran baş yardımcıları Changbin ve Seungmin'in ortasında dikilen Hyunjin'e karşı hissediyordu bu aciz duyguları.
Haykırmak istiyordu, inkar etmek, bunun bir hayelden ibaret olduğunu düşünmek istiyordu ancak hayır. Gittikçe yayılan çatlak topraklardan çıkan lavlar kadar gerçekdi bu olanlar.
Jeongin ihanetin getirdiği yoğun duygularla sendeledi, nefesleri düzensizleşmeye başladı. Elleri titriyor, içinden akan göz yaşları, şokla bakan irislerinden çıkmamak için direniyor gibiydi.
Nasıl anlayamamıştı onun olduğunu? Aptallığı mıydı onu kör yapan? Yoksa ona olan aşkı mıydı körleşmesine neden olan?
Minho'da en az oğlu kadar şaşkın ve hüsrana uğramış hisseidyordu. Onların böyle birşey yapacaklarını hiç düşünmemişti. Aklının ucundan geçmemişti. Bu zamana kadar kendi evlatları olarak sayıp yanlarında olduğu kişiler, meğerse en baş düşmanlarıymış.
Hyunjin bakışlarını ona çevirdi. Jeongin'in hissettiği acıyı ve ihaneti, mühür yerinden ve ruh eşi bağlarından fazlasıyla hissederken yutkunarak ellerini yumruk yaptı. Bir anlık afallayan halini fark eden Seungmin, ona yandan bir bakış attıktan sonra biraz yaklaşarak elini tuttu. Hyunjin boğazını temizleyerek dudaklarını sahte bir üzgünlükle büzdü.
"Ooow üzüldün mü, yazık." Ardından kahkaha attı. Daha sonra dişlerinin arasından öfkeyle konuştu "Ailemin acımasızca öldürüldüğünü öğrendiğimde bende üzülmüştüm. Ama hayat bana, çaresizce onları kurtarmak istediğimde kahkahalar attı. Ancak şimdi" elini yukarı kaldırdı "kahkaha atma sırası bende." Dedikten sonra elini yumruk yaptığında, arkasındaki birliğinden bir kısmı çarşıya, diğer canlıların topluluk halinde yaşadığı yere gittiler kırmızı toz bulutu eşliğinde kaybolarak.
Kaybolmarıyla çarşıya inmeleri bir olurken, onları gören canlılar çığlık çığlığa kaçmaya başlamıştı bile.
(Birlikteki iblisler)
"Peter, artık ait olduğun yere gelebilirsin benim en iyi villianım." Hyunjin, yanına çağırdığı Peter'ı bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Power and War// Hyunın
AléatoireO ormandı, ormanın ta kendisiydi. Canlılara hayat verip yaşamalarını sağlardı. Ben ise cehennemin, ateşin ta kendisiydim. Verilen hayatları intikam ateşimde yakıp kül ederdim. Ama kaderdir ya, iki zıt ruhlarımız birbirine bağlıydı. Mpreg!